KARİKATÜR SANATI ÜZERİNE YAZILAR

                                                                                                                                       Niyazi Yoltaş    

  Adam, İspanya’nın doğusundaki Valtorta geçidinde olduğunun ve İsa’nın doğumundan binlerce yıl öncesini kapsayan Mezolitik çağda yaşadığının farkında değildi. Çünkü henüz yeryüzü haritası yapılmamış ve takvim icat olunmamıştı. Kaldı ki bakire bir kızın İsa’yı doğurmasına daha nice yıllar vardı, o nedenle de adam, milattan önce deyimini de bilemezdi.
Fakat adamın şu anda bildiği tek bir şey vardı; az önce zorlu bir uğraş sonucu yakaladığı koca boynuzlu geyiği, hava kararmadan önce evine götürmek.
  Birkaç saat sonra, kuyruğundan çekiştirdiği avı ile ormanın sık ağaçları arasından çıkarak mağara evinin önüne vardı. Koca boynuzlu geyiği kapıda bırakarak içeri girdi. Mağaranın orta yerinde yanan ateşe bir odun parçası daha atan kadın, kapıdan giren erkeğine baktı. Tam “evi şimdi temizledim, ayaklarını silmeden sakın içeri girme” diye bağıracaktı ki, henüz doğru dürüst konuşmayı bile bilmediklerini anımsadı.
  Adamın, orta yerde yanan ateşin ışıklarıyla aydınlanan yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Kadınının elinden tutup kapının önüne götürdü ve yerde yatan koca boynuzlu geyiği gösterdi. Kadın da neşeyle gülümsedi. Tekrar içeri döndüklerinde adamın yüzündeki gülümseme giderek kahkahaya dönüşmüştü. Birkaç saat önceki av sahnesiyle ilgili bir görüntü gelmişti gözlerinin önüne. Eğildi ve ateşin kenarında duran yarı yanmış bir kemik parçasını eline alarak mağara duvarına bir şeyler karalamaya başladı. Olanları karısına da anlatmak ve onu da neşesine ortak etmek istiyordu.

Mezolitik Çağ / Valtorta Geçidi / İspanya

   Uzun ayakları üzerinde yaylanarak ileri atılmaya hazırlanan geyik ve onu birdenbire karşılarında görünce elleri havada ne yapacaklarını şaşıran bir gurup avcı. Birden nasıl da ürkmüşlerdi zavallı geyikten. Olay gerçekten komikti. Mağara duvarında canlanan görüntü kadını da güldürmüştü. Şimdi her ikisi de duvardaki şekillere bakıp katıla katıla gülüyorlardı.
  İnsanoğlu, henüz konuşmayı bile doğru dürüst bilmezken, gülmeyi ve de güldürmeyi öğrenmişti ve belki de tarihin ilk karikatür sanatçısı, milattan binlerce yıl önceki Mezolitik çağda, Doğu İspanya’nın Valtorta geçidinde yaşayan bu mağara adamı idi ve kendisi, bilmediği birçok şeylerin yanı sıra, insanlık tarihinin ilk karikatürcüsü olduğunun da farkında değildi.
  Bebekler de henüz konuşmaya başlamadan önce gülmeyi öğrenirler. Tıpkı yüzyıllar öncesinde yaşayan ilk ataları gibi!

Willendorf Venüsü

  İlkel insanların abartılmış çizgilerinde güldürü öğesi aramak hiç de şaşılası bir durum değildir. Bu tür abartmalı yapıtlara tarih öncesi çağlardan bu yana her dönemde sık sık rastlanmaktadır. 
  İnce bir espri anlayışıyla, bulundukları bölgelerin “Venüs”leri olarak adlandırılan erken taş devri kadın figürlerinde de aynı güldürü öğesinin varlığını sezinlemek olasıdır. Bunları ilk kez seyreden o çağın insanları, önce şaşırıp sonra da ne çok gülmüşlerdir kim bilir?

Mısır kralı IV. Amenofis

  Karikatüre yönelik çalışmalara eski Mısır’da sıklıkla rast gelmekteyiz. Mısır kralı IV. Amenofis’e ait portrenin bir benzetme amacıyla o biçimde çizildiğini öne sürmek için, yapıt sahibinin gözlerinde bir bozukluk olduğunu kabul etmek gerekir. Oysa sanatçı bu yapıtında bilinçli bir abartmaya yönelmiştir. Çünkü o dönem Mısır resimlerindeki portreler, son derece etkileyici bir gözlemciliğe dayalı gerçekçilik içindedir. Oysa bu portre dikkati çeken deformasyonu ile resim anlayışı ağır basan diğer yapıtlardan ayrı bir niteliktedir. Neden?
  Bunun iki ayrı nedeni olabilir. Kral IV. Amenofis, tek tanrıcılık fikrini ilk kez ortaya atan kişidir. O güne değin inanılanların aksine Mısır krallarının da birer tanrı değil ve fakat sadece birer insan olduklarını öne süren kral, kendi portresini yaptırırken de sanatçıdan, tüm insanca kusurlarını özgürce ve abartma ile öne çıkartmasını istemiş olabilir. 
  Diğer taraftan böylesine köklü bir değişimin öncüsü olan bir kimsenin dostları olduğu gibi, ona karşıt fikirler besleyen çevrelerin bulunması da doğaldır. İşte bu karşıt görüşlü kimselerin eleştirilerini, sanatçılar eliyle ve bu tür abartmalı portreler aracılığıyla yaygınlaştırmaya çalışmış olmaları da akla gelebilir.
İsa’dan sonra 79 yılında Vezüv yanardağının lavları ile örtülen Pompeii ve Herculaneum kentlerinin ortaya çıkartılan kalıntıları arasındaki duvar ve vazo çizimlerinde de çoğu kez belirli kişileri yermek amacıyla yüzlerini deforme eden portre karikatürlere raslanmaktadır. 
  Grek sanatında da karikatür, göz ardı edilemeyecek bir yaygınlıkla karşımıza çıkıyor. Grek vazo süslemelerinde çok defa karikatür anlayışına yakınlık gösteren abartmalı figürler buluyoruz. 
  Aynı çağlarda, dünyanın bir başka köşesindeki bir ülkede, uçsuz bucaksız Çin ülkesinde de karikatür örnekleriyle karşılaşmaktayız. Çin sanatında çağlar boyu süregelen bu tür abartmalı resim geleneği, sonraları Hollandalı denizciler tarafından Çin limanlarını ziyaretlerinden dönüşte Avrupa’ya getirilecektir.
İsviçreli yazar Erich van Daeniken’in uzaydan gelen konuklarla açıklamaya çalıştığı Güney Amerika uygarlıklarına ilişkin garip davranışlı ve kılıklı çizimler de aslında yüzyıllar ötesinden bizlere seslenen bire karikatür örneği değil midir?
  Baskı tekniğinin gelişmesinden önceki dönemlerde karikatür sanatı yaşantısını genellikle resim sanatına bağlı olarak ve onunla yanyana sürdürmüştür. Tümüyle dinsel konulara yönelik ortaçağ resim sanatçıları bile, dinsel konular dışındaki el yazması kitap süslemeleri yaparken karikatür havasını yansıtmaya ve bugün “comic strip”, “bande desinee” dediğimiz çizgili öyküye yakın anlayışta ilk örnekler sergilemeye başlamışlardır.
  Giderek yağlıboya tablolarda bile ressamlar, din konusu dışına çıkma olanağı buldukları ilk anda güldürü öğesine sarılıp kaçamak deformasyon ve abartmalı davranış örneklerini günümüze aktarmayı başarmışlardır. Alman Rönesans ressamlarından Lucas Cranach (Yaşlı) (1472-1553)’ın Gençlik Çeşmesi adlı tablosundaki figürlerde bunun somut örneğini görmek mümkündür. Biran önce çeşmenin havuzuna atlayarak gençliğe kavuşmanın özlemini çeken yaşlı kişilerin bu amaçla yaptıkları telaşlı soyunma hareketlerinde kuşkusuz bir komedi havası vardır.

Detay / Hieronymus Bosch

  Aynı yüz,yılda yaşamış ve bugünkü sürrealizm akımının dört yüzyıl önceden öncülüğünü yapmış olan ünlü Flaman ressamı Hieronymus Bosch’un (y1450-1516), imgeler dünyası ile süslü tabloları incelendiğinde zengin bir karikatür sanatı örneği ile karşılaşırız.
  Ülkelerindeki dinsel hoşgörüden kaynaklanan bir özgürlükle çalışan aynı ülkenin ressamlarından Pieter Brueghel (yaşlı) (1525-1569 )’nın birçok yapıtı da yaşadığı dönemin ve toplumun davranış ve geleneklerini ince bir mizahla eleştiren başarılı birer karikatür örneğidir.

Bir figür / Annibale Carracci

  XVI. yüzyılda Romagna rejimi altındaki İtalya’da karikatür örnekleriyle karşılaşıyoruz. Bunların en önemlisi, yapıldıklarından bir yüzyıl sonra 1646 yılında yayınlanan ve Bologna’lı ressam Annibale Carracci (1560-1609)’ye atfedilen gravürler olup, karikatür sanatının çoğaltılan ilk örneklerinden sayılırlar.
  XVII. yüzyılda yine İtalya’lı sanatçılar Bernini Gian Lorenzo (1598-1680) ve Giovanni Battista Gaulli (1639-1709)’nin portre karikatürleri dikkati çeker.

İki kardinal karikatürü / Bernini Gian Lorenzo

  Yaygınlık gösteren bu tür yapıtlara resimden ayrı bir ad verme gereksinmesi ilk kez bu yüzyılda İtalya’da duyulmuş ve yüklemek, saldırmak gibi anlamlara gelen “Caricare” sözcüğünden türemiş olan karikatür deyimi ilk olarak XVII. Yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
  Bu sözcük çok geçmeden tüm Avrupa’ya yayılacak ve her ülkede kullanılır olacaktır. Artık bu sanata yeni bir ad bulunmuştur. Karikatür Sanatı!.. 
  Çeşitli ülkelerdeki ressam kökenli sanatçılar da kendilerini yeni bir uğraşa kaptırmışlardır: Karikatür yapmak!

M. De’Fiori’nin karikatürü / Giovanni Battista Gaulli

  İngiliz sanatçısı George Romney de (1734-1802) bunlardan biridir. Duygusal ve zeki bir sanatçı olan Romney, ilk portrelerini karikatürist bir görüşle çizmiş ve yağlıboya çalışmalarından fırsat buldukça karikatür desenleri yapmıştır.
  Aynı yüzyılda yine İngiltere’de bir başka ünlü sanatçı William Hogarth (1697-1764) ise, toplumsal eleştirilerle yüklü karikatürleri ve karikatür öğeleri taşıyan yağlıboya tabloları ile ün yapmıştır.

Bir çizim / Farncisco Goya

 İspanyol ressamı Francisco Goya da (1746-1828) bazı yapıtlarında karikatür sanatına çokca yer vermiş ve toplumsal eleştiriden uzak kalmamıştır.    
Öte yandan baskı makinesinin gelişmesinden, kitap ve gazetelerin yayın hayatına girmesinden sonra karikatür sanatının daha bir yaygınlaşmaya başladığını gözlemliyoruz. Gazetecilikle karikatürü ilk kez Fransız sanatçısı Charles Phillipon (1800-1861) bağdaştırarak 1831 yılında La Caricature dergisini kurmuş, bunu bir yıl sonra Le Charivari adlı ikinci bir dergi izlemiştir. Çok geçmeden İngiltere de bir mizah dergisine kavuşmuş ve 1841’de ünlü Punch yayın hayatına atılmıştır.

Armut kafa / Charles Phillipon

İngiltere’de doğup Paris’te yaşayan Thomas Rowlandson (1756-1827) çağının toplumsal yaşamıyla ilgili her konuda büyük bir verimlilikle ürettiği karikatürleri ile ünlüdür. Bu tür yapıtlarıyla 1784 yılında Paris Akademisinde bir de sergi açan sanatçı, toplumda karikatür sanatının saygınlık kazanmasına öncülük etmiştir.
İngiltere’de bir başka sanatçı George Cruikshank (1792-1878), siyasal karikatürleri ve kitap resimleri ile ün yapmıştır. Güçlü bir tekniğe ve el becerisine sahipti. Zamanının mizah dergilerinde başarılı yapıtlar yayınlamış ve Oliver Twist gibi çeşitli kitaplar resimlemiştir.

Kendi karikatürü / Thomas Rowlandson

  David Claypoole Johnson (1799-1865) ise Amerika’da 1819’da başladığı karikatür çalışmalarını yaşamı boyunca başarı ile sürdürmüş ve toplumun günlük yaşamından güldürü örnekleri vermiştir. 
Fransa’da Constantin Guys (1802-1892) da yaşadığı Paris kentindeki günlük gözlemlerini eleştiriden çok sade bir güldürü havası içinde karikatürize etmiştir.
Ünlü Fransız ressamı Honore Daumier’ye (1808-1879) gelince, yapıtları ile Fransız toplumsal yaşamının gülünç yanlarını iğnelemiştir. Bu arada Gargantua adlı bir karikatürü nedeniyle altı ay hapis yatan sanatçının, zamanının iktidarlarını acımasızca eleştiren etkili karikatürleri yıllarca La Caricatura ve Le Charivari dergilerinde yayınlanmıştır. Karikatürün yanısıra zamanının ünlülerinin küçük boy heykel-karikatürlerini de yapmıştır. Bir çoğu bugün, Lyon Güzel Sanatlar müzesinde sergilenen bu yapıtlarında dikkati çeken bir anlatım gücü göze çarpar.
İngiltere’de bir başka karikatürcü John Leech (1817-1864) ünlü Punch dergisindeki portre karikatürleriyle dikkati çeker. 1843 yılında Londra’daki Parlamento binasında açılması istenen ve duvar resimlerinden oluşan bir serginin bu sanatçı tarafından yapılan ve tabloların ön çalışma taslakları oldukları öne sürülen bir dizi karikatürü dizi halinde Punch dergisinde yayınlanınca, İngiltere’de karikatür karşılığı olarak Cartoon deyimi kullanılır olmuştur. Bilindiği gibi cartoon, resim sanatında tablo ya da duvar resminin aynı boyda önceden yapılan şablon niteliğindeki taslaklarına verilen addır. Yine İngiltere’de Charles Samuel Keene (1823-1891), Auzrey Vincent Beardsley (1872-1898), Fransa’da Jean Louis Forain (1852-1931) ve Amerika’da Boardman Robinson (1876-1952) etkili karikatür çalışmaları yapan ünlü sanatçılar olmuşlardır.
Yüzyılımızda da ressam kökenli sanatçıların bir çoğunun zaman zaman desen ve özellikle portre çalışmalarında karikatüre yönelik çaba ve özenti içinde olduklarını gözlemlemekteyiz. Fransız ressamı Felix Vallaton’un (1865-1925) kaleminden çıkan Emile Zola portresi buna bir örnektir. Henri de Tolusouse Lautrec (1864-1901) gibi çok yönlü sanatçılarda ise bu durum, sanatlarının bir yönü olarak kabul edilmektedir. Lautrec’ın büyük boy posterlerinin yanısıra bir çok yağlıboya tablosunda da yadsınamaz bir karikatür gözlemciliği ve uygulaması vardır.

İnek’ten kaçan adam / Henri de Tolulose Lautrec

      Bu tür sanatçılara, özgün yapıtlarıyla dikkati çeken Amedeo Modigliani (1884-1920)’yi de eklemek gerekir. Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle genç yaşta yaşamını yitiren sanatçı, yapıtlarının hemen tümünde insanları, özellikle kadınları alaya alan garip bir deformasyon uygulamasına gitmiş ve en sevdiği kişilerin portrelerinde bile, tutulduğu hastalığın ruhunda doğurduğu anlaşılması güç fırtınalarla garip görüntüler sergilemiştir.

Cezayirli Almaisa / Amedeo Modigliani

Carlos Orozco-Romero (1898-1984) ise, Meksika’da öncü bir gazete karikatüristi olarak yapıtlarına yerleştirdiği mizah ve fantezi öğelerini çoğu kez sürrealist bir tarz içinde vermiştir. 
Buraya kadar, tarihsel gelişimini ve resim sanatıyla ilişkisini kısaca sergilediğimiz karikatür sanatı nedir ya da ne olması gerekir?
Yaşamımız boyunca bazı şeyleri görmeye, bazı şeylerle ilişkiler kurmaya öylesine alışmışızdır ki onların ne olduklarını, nasıl oluştuklarını, tekniklerini ya da özelliklerini bir an olsun düşünmeyiz bile.

Bir figür / Carlos Orozco-Romero

İşte bunun bir örneği, hergün karşı karşıya geldiğimiz karikatür! Evet nedir karikatür?
Sözlükler, karikatürü aşağı yukarı şöyle tanımlıyor:
“Bir insanı, bir şeyi ya da bir olayı yermek amacıyla, özelliklerini abartarak çizilen resim.”
Bu tanımın yanısıra çeşitli deyişler ve az çok aynı anlama gelen bir çok tanımlamalar da yok değil. Bunlara ek olarak son zamanlarda moda olan bir başka tanım da şu:
“Karikatür çizgi ile mizah yapmaktır.”
Dikkat edilirse bütün bunlar, işin çok dar bir kısmını açıklar nitelikte. Aslında bir tanımlamanın ne eksik ne de fazla olması gerekir. Oysa işe bu açıdan bakınca tüm tanımlamalarda yetersizlikler olduğunu gözlemliyoruz. Şöyle ki:
Hiçbir tanımlamada sanat sözcüğüne yer verilmiyor. Acaba karikatür bir sanat değil mi?
Karikatürü açıklamak için resimle ya da alanı daha da daraltarak salt çizgi ile yetiniliyor. Acaba neden?
Henüz sanatçı yola çıkarken onun elini kolunu bağlamanın anlamı yok. Karikatür sadece bir çizgi oyunu değildir ve de olmamalıdır. Karikatürcü mizah yapmak için görsel sanatların herhangi birinden yararlanabilir. Hiç kimse kalkıp da bir karikatürcüye “Sen neden killi toprağı kullanıyorsun?” diye soramaz. Sanatçı ister killi toprakla, ister yağlıboya ile isterse suluboya ile mizah yapmak yolunu seçebilir. Daha yolun başında etrafı tel örgülerle kuşatıp, karikatürcünün dünyasını daraltmak anlamsız.
Sorumuzu yineleyelim, o halde karikatür nedir?
Karikatür görsel sanatlardan yararlanarak mizah yapma sanatıdır. 
Görsel sanatlar deyince, bunun içine yukarda da değindiğimiz gibi heykel de girer, her çeşidinden resim tekniği de girer ve belki giderek mimarlık da girer.

David Oistarkh / Giorgio Gabellini

Gerçekten de her yıl Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenen uluslar arası karikatür sergisinde 1980 yılının karikatüristi olarak seçilen İtalya’lı sanatçı Giorgo Gabellini, bu onura 1966 yılından beri yaptığı seramik portre karikatürleri ile ulaşmıştır. Yaptığı bu üç boyutlu karikatürler, Gabellini’yi 1980 yılının karikatürcüsü koltuğuna oturtmuştur.
O halde daha geniş kapsamlısı bulununcaya kadar karikatür için söylenebilecek en uygun tanım, onun mizahı, görsel sanatlar yardımiyle yansıtan bir sanat dalı olduğudur. 
Görüldüğü gibi bu tanımlamada karikatürün bir sanat olduğu vurgulanmaktadır. Bu güne kadar kulak ardı edilen bu sav, herkes tarafından yadsınamaz bir gerçek olarak kabul edilmelidir. Karikatür, kendine özgü özellikleri olan ve seyircisinde yeterli bir sanat heyecanı yaratabilen bir sanat’tır. Sanat yapıtlarında bulunması gereken bir takım öğelerin karikatür yapıtlarında da bulunması doğaldır ve bunlardan yoksun hiçbir yapıt karikatür olamaz.
Dikkat edilirse burada karikatürü, salt çizginin tutsaklığından kurtararak bu kez de sanatın altın kurallarına bağlamaya çalıştığımız göze çarpmaktadır. Doğaldır ki her oyunun kendi kurallarına göre oynanması gerekir. Yapılan iş bir zenaat değil de büyük harflerle yazılan bir Sanat’sa, onun kurallarına uymak ve bu işe saygılı olmak zorundayız. Yoksa yıllar yılı olduğu gibi, karikatürün sanki olurmuş gibi, ikinci sınıf bir sanat olarak ele alınmasından ve giderek horlanmasından kurtulamayız.
Karikatür, başlı başına bir sanat’tır. Resimle, heykelle ya da mizah sanatıyla ilişkili olması, onun bu sanatların bir kolu olduğu anlamına gelmez. Karikatür sanatının sanat evreninde kendine özgü bir yeri olmalıdır ve de vardır. Çünkü bu sanatın, diğer sanat dallarından ayrı ve kendine özgü amacı ve kuralları mevcuttur.
Az önceki tanımlamada sözü edilen mizah öğesi, bilindiği gibi yüzyıllar boyu yazı sanatının bir türü olarak benmsenmiş ve çoklukla edebi türde örneklerle sergilenmiştir. Aslında hangi türde olursa olsun, mizah yapmak bir akıl ve zeka işidir ve mizah bir düşünce ürünüdür. Kaldı ki karikatür sanatında kullanılacak mizahın da yine kendine özgü kuralları olmak gerekir. Bir takım argo kelimelerle doldurulmuş balonlu çizimlerde kullanılan türden konuların, gerçek mizahla hiçbir ilişkisi olamaz. Burada da sanat yaparken karikatürcünün belirli endişeleri yüreğinde duyması gerekir.
İnsan yaratıcılığının, çeşitli dallarda estetik değerler içeren bir yapıt ortaya koyma amacına yönelik bir uğraşı olan Sanat, kişinin hem duygularına hem de aklına seslenir. Sanatçılar, yeteneklerine biçim, ses ve söz aracılığı ile başkalarını da ortak edebilen kişilerdir.
Öte yandan Sokrates’den beri etkili bir eleştiri sanatı olarak kullanılagelen mizah, ya da bir çok ülkede kullanılan deyimi ile “Humour” ise “Gülen düşüncedir”. Yani mizahta iki ana öğe vardır: Gülme ve düşünme. Mizahtaki gülme, düşünceye dayalı bir eylemdir. Bu iki öğenin bir arada olmadığı bir yerde mizah da olamaz. Sadece düşündürmenin mizah yapmak için yeterli olacağını savunanlar yok değil. Ne var ki gerçek böyle olsaydı, hindi denilen garip kümes hayvanının yaşamı boyunca mizah izlediğine inanmak gerekirdi. Yalnızca güldürmek de mizah yapmaya yeterli değildir. Çünkü insan, ayağının altındaki muz kabuğunu görmeyerek boylu boyunca yere yuvarlanan adama da güler.
Aslında karmaşık bir yapısı olan ve yalnız insana özgü bir davranış ve duygu olarak bilinen Gülme’ye yönelik mizah sanatının, toplumsal bir işlevi de vardır. Eski çağlardan beri mizah, kötüye ve baskıya karşı bir silah olarak kullanılmış, ezilen insanın sığındığı ve yediği yumruğa karşılık veremeyen güçsüzün sarıldığı bir silah olmuştur.
Hoşgörü ve özgürlük ortamında büyük gelişmeler gösterebilen karikatür sanatı da, özellikle baskı rejimlerinde büyük önem kazanır. Önemli ve etkili olmasının nedenlerinden başlıcaları “çarpıcı”, ”kısa” ve “yaygın” bir sanat olmasıdır. Ayrıca çoğunlukla yazıya gereksinme göstermemesi ona evrensel bir nitelik kazandırır.
Bir dönemin tüm sosyal hareketlerini ifadelendirmesi gereken sanat, bu amaca uygun en etkili aracı karikatür’de bulur.
Karikatür sanatı, insan sevgisinden kaynaklanır ve amacı insanın mutluluğuna ve iyiliğine yöneliktir. 
_______________
Varlık Edebiyat ve Sanat Dergisi (Haziran 1984)
Sayı: 921 / Sayfa: 6
(No: Görsellerin bir kısmı sonradan eklenmiştir.)

KARİKATÜR SANATI VE SİYASET

Bilindiği gibi karikatür, görsel sanatlardan yararlanarak mizah yapmak sanatı olduğu kadar, aynı zamanda bir eleştiri sanatıdır da. Karikatürcüler, herkesin görüp de fark edemediği şeyleri gören ve bunları herkese gösterebilen kişilerdir. Karikatürcü eleştirilecek bir konu buldu mu onu hemen mizahın o gülümseten ve düşündüren özelliği içinde çizgilerle, şekillerle ve renklerle bezeyerek izleyicisine sunar.
Nedir bu eleştirilecek konular? Yaşantımıza giren her şey. Doğaldır ki bunların içine siyaset, siyasetçi ve siyasal olaylar da girer ve karikatürcü, siyasal konulara ilişmekten uzak duramaz. 
Siyasetçilerin portre karikatürlerini konu alarak XVI. yüzyılda başlayan bu tür siyasi karikatür çalışmaları, daha sonra tüm siyasal aktiviteleri gündemine katarak XIX. yüzyılda altın çağına erişmiş ve günümüzde de siyasal yaşamın bir öğesi olmuştur.
İyi de yadsınamaz bir güzel sanat niteliği taşıyan karikatür sanatının ve sanatçısının, siyaset gibi sanat dışı bir konuya bulaşması ne derece doğrudur? Sanatçı toplumsal olaylardan uzak kalamaz. Sanat ve sanatçının toplumu ilgilendiren her konuyla ilgilenmesi onun en doğal hakkı ve görevidir. Sanatçıyı fildişi kulesine kapatan “Sanat, sanat içindir” anlayışının bugünkü toplumsal yaşamda artık yeri olmamak gerekir.
Öte yandan güzel sanat niteliğindeki karikatürün, konuları arasına siyaseti alması bir bakıma siyaset ve siyasetçiyi onurlandırmak demektir. Ama ne yazık ki bunun değerini takdir edebilen siyaset adamına pek sık raslanmıyor.
Karikatürcü, siyaset ve siyasetçinin eleştirmenidir dedik, fakat bu eleştirmenlik işlevi resim, müzik, edebiyat gibi sanat türlerine benzemez. Onlar, olup bitmiş ve durağan bir yapıyı eleştirirler. Fakat siyaset bir süreç olduğu için karikatürcünün yaptığı eleştiri, toplumu da arkasına alarak, siyaset ve siyasetçiye yön verebilme gücüne sahiptir.
Bir başka yönden bakıldığında ise, siyasi karikatürlerin aydınlatıcı bir işlevi olduğu kadar toplumdaki gerilimleri gevşetici bir etkisi olduğu da söylenebilir.
Bu konuda Nietsche şöyle der: “İnsan o kadar çok acı çekti ki, gülmeyi yaratmak zorunda kaldı”. Nitekim “Çağdaş siyasal toplum, bir çeşit insanları umutsuzluğa düşürme makinesidir” diyen Albert Camus’nun sözlerine karşın toplumların bu makinenin çarkları arasında yok olup gitmelerini önleyen nedir? Hiç şüphe yok ki bu bir karşı tavır alabilme gücünün eseridir. Karşı tavır alabilme gücü ve yeteneği ise eleştiri hakkını kullanmayı gerektirir.
İşte karikatür, bu karşı koyuşun öğelerinden biri ve belki de en önemlisidir, çünkü özellikle sorunların arttığı ve dertlerin, acıların büyüdüğü dönemlerde, karikatür ve mizah, az önce değindiğimiz gibi, toplumdaki gerilimler için bir güvenlik süpabı görevi üstlenecek ve kaybolan umutların yeniden yeşermesine güler yüzle öncülük edecektir.
Bunların yanı sıra siyasi karikatürlerin birer belgesel olabilme özelliği de vardır. Çoğunlukla gazete ve dergi sayfalarında yer alan siyasi karikatürlerin kısa ömürlü oldukları sanısının aksine bunlar, bir dönemin siyasal oluşumlarını birer belge niteliğiyle gelecek yıllara taşırlar. Bugün Cemal Nadir Güler’in ikinci dünya savaşı karikatürleri ya da Ratip Tahir Burak’ın Demokrat parti dönemi karikatürleri o günleri, bu günlere taşıyan canlı birer belge niteliğindedir.
Her şeye karşın siyaset, karikatüre çok şey borçludur. Öncelikle karikatür, onu gündemde tutar, iyi veya kötü geniş halk kitlelerine tanıtımını sağlar ve bazen toplumlar, karikatürlerine bakarak siyasetçileri sevimli bile bulabilirler.
Karikatür sanatında yağcılığa yer yoktur, işte bu yüzden genellikle siyasetçiler karikatürcüleri sevmezler ama karikatürcüler, her şeye karşın siyasetçileri severler.
Ve son olarak şunu eklemek istiyorum, her isteyen siyasetçi olabilir ama her isteyen karikatürcü olamaz.
___________
Karikatür ve Siyaset
Uluslar arası 7. Karikatür festivali yayını
2001 / Sayfa:93

BİLİŞİM VE GÜNLÜK YAŞAM

Bilinen bir öykü vardır. Issız bir adada uzun süre tek başına yaşayan bir adamı kurtarmak için gelen helikopterdekiler kendisine seslenmişler “İvedilikle istediğin bir şey var mı?”. Adamın cevabı tek kelime olmuş “Gazete!”. Bu günlerde aynı adama aynı soruyu sorsalar ne cevap verirdi merak ediyorum. Acaba dizüstü bilgisayar mı isterdi, cep telefonu mu, yoksa televizyon mu?
Bizim kuşağın çocukları, radyo ile ilk karşılaştıklarında, arka kapağını kaldırıp içindeki adamı görmeye çalışırdı. Şimdikiler okuma yazmayı öğrenmeden bilgisayarlarının başına geçip internette sörf yapıyorlar.
Gayet iyi anımsıyorum, 1947 yıllarında Doğan Kardeş dergisi, çocuklar arasında “Nelerin icat edilmesini isterdiniz?” konulu ve dizi karikatürlü bir anlatım serisi düzenlemişti. Oraya yolladığım ve 15 Haziran 1947’de derginin arka kapağında yayınlanan bir sayfalık renkli bant karikatürümde “Radyo dinlemeyi çok sevdiğimi, ancak her yerde dinlemek olanağım olmadığı için hiç olmazsa kol saati boyutunda bir radyonun keşfini” istediğimi anlatmıştım. Araştırmacılardan başka bir şey dileseymişim olacakmış, çünkü göz açıp kapayana dek dileğim yerine geldi ve 5 lambalı 15 metre antenli koca koca radyoların yerini kol saati kadar minik radyolar aldı, ardından da ele avuca sığan TV’ler günlük yaşantımıza girdi.
Sadece bu kadar mı?
Geçmiş yıllarda postacının yolunu kollayan ve yavukludan gelecek pembe kağıda yazılmış mektup bekleyen sevdalılar, bilgisayar başında önlerindeki klavyenin tuşlarına basıp, karşılarındaki ekranı izleyerek, saniyeler içinde birbirleriyle haberleşiyorlar.
Daha onbeş yıl öncesine dek, postahanelerdeki telefon kuyruklarında bekleyen kalabalıkları ve “Alo alo! Çık aradan Memişhane, ben Gümüşhane’yi arıyorum!” diye bağırıp çağıranları unuttuk artık. Şimdilerde elini kulağına dayamış kendi kendine konuşuyormuş gibi birbirleriyle haberleşenlere sağda solda her yerde rastlıyoruz.
Ve artık ana babalar doğacak çocuklarının cinsiyetini öğrenmek için falcılara, büyücülere koşmuyorlar. Ultrasonografi ekranında, sadece cinsiyetlerini öğrenmekle kalmayıp, ana karnındaki küçük afacanın yaramazlıklarını bile izliyorlar.

Kim gidiyor fotoğrafçıya? Önceleri bir haftada teslim alınan, rötuşlu vesikalık footoğraflar, daha sonraları poloroid’lerle on dakikada verilir oldu. Şimdilerde onun da pabucu dama atıldı, artık digital kameralarla anında görüntü… Kendin çek, tak bilgisayarına, istediğin boyutta kendin bas…
Son zamanlarda günlük hava durumunu öğrenmek için hiç kimse keçinin kuyruğunun altına bakmıyor. Merak eden değil günlük, bir haftalık hava durumunu bile bir düğmeye basarak karşısında buluyor. Ve daha aklınıza gelen gelmeyen binbir çeşit mucize…
Dünyamızın sonuna az bir zaman kaldı diyorlar. Şunun şurasında beş milyar yıl sonra güneş sönecek ve dünyamızda yaşam sona erecekmiş. Hadi canım siz de… İnsanoğlu beş milyar yılda öyle bir sanal güneş yaratıp, öylesine bir sanal yaşam sürdürür ki şaşar kalırsınız.
Öyle ya, insanlık tarihinden bu yana geçen sürede yapılan buluşlardan daha fazlası bir tek yüzyıla sığdırılmadı mı?
Artık Alaattin’in sihirli lambasından “dev” çıkmıyor, “devre” çıkıyor. Hem de “entegre devre”…
______________________ 
Karikatür ve Bilişim 
8. Uluslar arası Karikatür festivali yayını
2002 / Sayfa 75

KARİKATÜR, SOSYOLOJİ VE İNSAN HAKLARI

Toplumsal yaşamda karikatürün yeri nedir ve bu sanatın diğer sanat dallarına olan üstünlükleri nelerdir?
1) Karikatür, sık aralıklarla, örneğin hergün izleyicisinin karşısına çıkabilme şansına sahiptir.
2) Bu nedenle de karikatürün diğer sanat dallarıyla kıyaslanamayacak kadar çok izleyicisi vardır.
3) Karikatürün özünde izleyicisine bir çeşit düşünce pratiği yaptırma gücü saklıdır. Kendisini oluşturan öğelerin başında yer alan mizah unsuru, sadece güldüren değil ondan da önemlisi düşündüren bir işlev sergiler(*). Bazı düşünürler, insanı “Düşünen bir hayvan”, bazıları da “Gülebilen bir hayvan” olarak tanımlamıştır. İşte insanı insan yapan bu iki öğeyi bünyesinde toplayan tek sanat dalı hiç şüphesiz karikatür’dür.

4) Karikatür, herkese seslenebilen bir sanat dalıdır. Anlatımı evrenseldir, tercümeye ve tercümana gereksinimi yoktur. Dili ne olursa olsun, düşünmesini bilen herkes karikatür izlerken bir mesaj alma olanağına sahiptir. Bu yönüyle de karikatür, toplumsal olduğu kadar aynı zamanda evrensel bir sanat dalıdır.
5) Bunların yanısıra karikatür, bir eleştiri sanatıdır da. Karikatür sanatçısı toplumda gördüğü çarpıklıkları, olumsuzlukları, kısaca eleştirilmesi gereken her şeyi eleştirecektir. O halde bu sanat, kesinlikle toplumdan soyutlanamaz. Toplumun sosyal, ekonomik, kültürel her türlü aktivitesi ile iç içedir ve toplumun ayrılmaz bir parçasıdır.
6) Karikatür’ün toplumsal yaşamdaki bu önemli yeri nedeniyle de karikatür sanatçısının fildişi kuleye çekilip oturma lüksü yoktur. O, yaşadığı toplumun içinde olmak ve toplumsal yaşantının her kesitiyle ilgilenmek zorundadır.
7) Karikatür sanatçısının düşünce aktarımı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19. Maddesinde yer alan “Düşünceyi yayma özgürlüğü”nün kullanımıdır. Fakat ne yazık ki insan haklarının başta gelen öğelerinden bir olan düşüncenin üretilmesinden ve toplum katmanlarına yayılmasından ve eleştiriden ürken ve insan haklarını sadece televole kültürü ve kılık kıyafet özgürlüğü olarak benimseyen bazı yönetimler, bazen kanunlar yardımı ile ve çok defa da holding sahibi patronların aracılığı ile, karikatür sanatını toplum yaşamından dışlamaya çalışmaktadırlar. Fakat herşeye karşın bu sanat, geçmişte olduğu gibi yine de hiçbir baskı ve yıldırmaya boyun eğmeksizin dosdoğru yolunda ilerlemesini bilecektir.
(*) Varlık dergisinin Haziran 1984 tarihli sayısında yayımlanan bir yazımda karikatürü şöyle tarif etmiştim “Karikatür, görsel sanatlar aracılığı ile mizah yapma sanatıdır”. Mizah yapma demiştim, gülmece yapma değil. Hiç de beğenmediğim bu gülmece sözcüğü, mizah’ı (Humour) tanımlamaktan çok uzaktır. Mizah, salt gülmece değildir, onda gülmeceden de önemli olarak düşünce öğesi vardır. Gülmece deyince benim gözümde tek ayak üzerinde durmaya çalışan bir insan canlanıyor. Özgür bırakın da bu sanat, ayaklarını yere basabilsin. Burada bir parantez açmama izin verin, eskiden mizah dergileri çıkardı, şimdilerde ise ne yazık ki gülmece dergileri çıkmakta.
___________________________
Karikatür, Sosyoloji ve İnsan hakları
9. Uluslar arası karikatür festivali yayını
2003 / Sayfa 83

ULUSAL KÜLTÜRDE YOZLAŞMA VE KARİKATÜR

Bir ulusun kültürü, o ulusu ulus yapan temel değerlerin tümünü kapsar ve bölünmez bir bütündür. Bu bütünün herhangi bir noktasında oluşacak bir yozlaşmanın, inanılmaz bir hızla bütünün diğer noktalarına ve giderek tümüne bulaşması kaçınılmazdır.
Ne yazık ki bir süreden beri ülkemizde böylesine olumsuz bir gelişmeyi yaşamaktayız.
Güzel Türkçemizin acımasızca katledilmesi, aile yapımızın bozulmasına yönelik saldırılar, şiddet ve saldırganlığa özendirme, kadın erkek ilişkilerindeki temel duygusal davranışların çekinmeden çarpıtılması, cinselliği ön planda tutan ve kadın güzelliğini sömüren bir düzen, müzik zevkini ve anlayışını ayaklar altına alma çabaları, sanat ve sanatçı adı altında sunulan bayağılıklar, gazete köşelerini işgal eden ve kültürleri, eğitimleri, nitelikleri belirsiz bir takım yazarların tuhaf yorumları, gençlere alın teriyle kazanma yerine köşeyi dönme telkinleri ve kişileri açıkca suça yönelten filmler, diziler ve medya etkinlikleri ve topluma sorumsuzca bir tüketim alışkanlığı aşılayan acımasız bir ekonomik düzen vb…
Bu ve bunlar gibi olumsuz gelişmelerin karikatüre de yansıması ne yazık ki kaçınılmazdı ve günümüzde bazı gazetelerde ve mizah adı altında yayınlanan bazı dergilerde bu olumsuzlukları üzülerek izlemekteyiz.
Bu noktada karikatürün, popüler ve sanatsal karikatür olarak ayrıştırılmasına karşı çıkmak gerekir. Gerçek karikatür, siyasal, toplumsal vb. konusu ne olursa olsun bir sanat niteliği taşır ve karikatür sanatı, güzel sanatların bir koludur. Karikatürün tarifinde gülmenin yanısıra düşünce ögesi her zaman ön plandadır. Bu bakımdan karikatürün her çeşidinde bir düşündürme ve bir mesaj iletme özelliği olması gerekir. Bunun dışında sırf güldürmek amacı güden çizimleri, karikatür olarak nitelemek olası değildir. Bunlar olsa olsa gülünç çizimlerdir. 

Ne yazık ki günümüzde medyanın bir bölümü, toplumumuza güçlü mesajlar ileten ve de ses getiren karikatürlerle ilgilenmek yerine, kültür düzeyinde oluşan erozyona uygun bir takım gülünç çizimleri karikatür adı altında topluma sunmaktadır. 
Bu noktada akla bir soru geliyor;
Bu toplumsal yozlaşma sürecine seyirci mi kalınacaktır ve bunun önüne geçme olanağı var mıdır?

Çok geç kalınmasına karşın, bu yozlaşmayı, çoğu zaman küreselleşme adı altında televizyon, basın yayın, internet gibi çeşitli yollarla ve de çoğunlukla bilinçli bir şekilde bizlere kabul ettirmeye çalışan güçlere karşı koymak ne yazık ki çok zordur, fakat olanaksız değildir.
Toplumumuza iyiyi, güzeli, olumluyu sunmak; acımasızca yıkılmaya çalışılan değerleri yeniden onarmak ve ayakta tutmak ailelerin, okulların ve medyanın dürüst kesimlerinin bir görevi olmalıdır ve bu görevi, çekinmeden yılmadan el birliğiyle, gönül birliğiyle bu acımasız saldırılara karşı sürdürmek gereklidir…
Aksi halde…
___________________________  
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi Kasım 2004 / Sayı: 57 / Sayfa 255 

KARİKATÜR VE MİZAH

Mizah, kişilerdeki veya doğal saydığımız bazı olaylardaki (çoğunlukla üstü örtülmeye çalışılan) bir takım çarpıklık, uyuşmazlık, çelişki ve gülünçlükleri bulup açığa vurma, gözler önüne serme sanatıdır. 
Mizah, komiklik demek değildir, sululuk ve şaklabanlık yapmak değildir. Mizah son derece ciddi bir iştir ve hiç şüphesiz kıvrak bie zekanın ürünüdür. 
Mizah, sosyal ya da siyasal niteliklerde olabilir, yani diğer bir deyişle mizah, sınır tanımaz ve toplumsal yaşamın her yönüyle ilgilenir.

Ancak bu ilgi sürecinde mizah, doğası gereği övücü değil yerici bir konumda olmak zorundadır. 
Gerçek mizah sanatını anlatabilmek için yukarıda sıraladığımız ilke ve açıklamalar, gerçek karikatür sanatı için de aynen geçerlidir fakat birkaç farkla:

Mizah anlayışı, ulusların, bölgelerin ve kişilerin anlayış ve zeka düzeylerine göre değişiklikler gösterebilir. Ancak karikatürün dili evrenseldir. Mizahın diğer türleri gibi çeviri gerekliliği yoktur ve karikatürist, plastik sanatların her çeşidinden yararlanarak mizah yapabilen sanatçıdır ve de her karikatürist mizahçıdır, fakat her mizahçı karikatürist değildir.
________________
Karikatür ve Mizah
10. Uluslar arası Karikatür festivalı yayını
2004 / Sayfa 8

Uluslararası Karikatür Festivali Albümü 2007 / Sayfa 17
KARİKATÜR ÜZERİNE ANILAR
İlk karikatürlerimin yayını

Eski günlerde bir Babıali yokuşu vardı. Tüm gazete ve dergilerin karargahları burada bulunurdu. Sanırım bu geleneği ilk kez bozan Yeni İstanbul gazetesi oldu ve Babıali yerine Tünel’in alt tarafında (Şişhane) bir binada faaliyet gösterdi. Daha sonraları bu kuralı Tercüman gazetesi de bozdu ve önce Beşiktaş’a oradan da sur dışına çıktı. Şimdilerde hepsi, İkitelli’deki plazalarda faaliyet icra eyliyorlar!
O günlerde karikatür meraklısı gençler, koltuklarına sıkıştırdıkları karikatür tomarları ile bu yokuşu tırmanır ve yapıtlarını yayınlayacak bir dergi veya bir gazete ararlardı. Bunlardan biri de bendim. Onbeş yaşında bir ortaokul öğrencisi olan ben!.. İşte bu aramaların birinde bir gün yolum Narlıbahçe sokağındaki küçük bir idarehanede yayın yapan bir dergiye düştü ve orada kısa boylu, kalın çerçeveli gözlüklü, dudaklarının arasında sigarası eksik olmayan bir amca ile tanıştım ve ilk karikatürlerimi 14 Mayıs 1947’de başlayarak o, Selami Münir Yurdatap yayınladı. Daha sonra kendisiyle uzun yıllar boyunca Akbaba dergisinde de bir araya geldik.

      Sinema sanatçısı Ayhan Işık’la

Yukarda sözünü ettiğim dört sayfalık Bıldırcın adlı derginin birinci sayfa karikatürlerini Ayhan Işık çiziyordu. Bu arada benim karikatürlerim de derginin yayın ilkelerine(!) uygun olarak çıplak kadın figürlerinden oluşuyordu ve bu nedenle de okulumdaki fizik öğretmeni Münevver Hanım’dan sıkı bir zılgıt yedim “Neden doğru dürüst bir dergiye, doğru dürüst bir şeyler çizmiyorsun bakiim?”

“Doğan Kardeş’te Altan Erbulak’la”

Yine aynı yılın yaz aylarında Doğan Kardeş dergisi, okuyucularından bir dizi band karikatürü çizmek suretiyle icat olunmasını istediklerini dile getirmelerini istemişti. Çizdiğim iki tam sayfa band karikatür Doğan Kardeş’in iki sayısının arka sayfasında renkli olarak yayınlanmıştı. Bu çağrıya cevap veren Altan Erbulak’ın  aynı konudaki karikatürlerinin de o günlerde Doğan Kardeş’te yayınlandığını anımsıyorum.

Öz Fenerbahçe’de sekiz ay

Tarih 1949 yılının Nisan ayı… Bu emektar yokuşta ikinci durağım, tam Vilayet binasının karşısındaki ahşap bir binanın ikinci katındaki salon benzeri geniş bir odada hazırlanan bir dergi oldu. O günlerde milyon dolarlarla transfer ücreti alan futbolcular yoktu. Hepsi, amatör ruhu ve kulüp aşkıyla çalışan insanlardı ve hepsinin de futbol dışında, para kazanmak için ikinci bir uğraşları vardı. İşte bu dergi, onlardan birinin Fenerbahçe’nin efsane kalecisi Cihat Arman’ın yayınladığı Öz Fenerbahçe dergisi idi. Yine o günlerin günlük gazetelerinde şimdilerde olduğu gibi sekiz-on sayfa spor haberleri yer almazdı. Çok çok tek sütun, hafta başlarında da belki iki sütun. Haftalık maçların ayrıntıları ve spor olayları, Salı günleri yayınlanan spor dergilerinde izlenirdi. Bu dergiler de çoğunlukla üç büyük spor kulübünün tutkunlarına seslenirdi: Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe…
Cihat Arman’ın çıkardığı bu haftalık dergide kimler yoktu ki. Cihat Arman’ın yanısıra ünlü bestekar Osman Nihat Akın (köşesinin adı “Ofsayt” idi), Halit Kıvanç (köşesinin adı “Fener Alayı”), Fecri Ebcioğlu, Safter Yılmaz, Cem Atabeyoğlu ve bendeniz… Cihat abi, arka tam sayfayı bana vermişti ve ben orada yazılarımla ve karikatürlerimle spor mizahı yapıyordum. Daha sonra Halit Kıvanç yedek subaya gidince, onun dergi içerisindeki sütununu da “Top Şakası” adı altında ben doldurmaya başladım.

“Cumhuriyet”e geçiş

Bir ara Cem Atabeyoğlu, beni bir köşeye çekti ve bana siyasi karikatürler çizip çizemeyeceğimi sordu “Elbette çizerim” dedim. “Öyleyse üç beş tane hazırla gel” dedi. Hemen o akşam üç tane karikatür hazırlayıp ertesi gün Atabeyoğlu’na koştum. Beni kolumdan tutup Cumhuriyet gazetesine götürdü. Yazı işleri müdürü Cevat Fehmi Başkut’un odasına çıktık. Meğer orada daha önce konuşulmuş. Cevat Fehmi Bey karikatürlerimi aldı ve bana hergün karikatür çizmemi, yayınlanacak karikatür başına on lira ödeneceğini, ancak bundan böyle Cumhuriyet’ten başka bir yere karikatür çizmemem gerektiğini söyledi. Böylece bir ilki gerçekleştirmiş oluyordum. 1949 yılının 16 Temmuz günü onyedi yaşında bir lise öğrencisi olarak günlük bir gazeteye siyasi karikatürler çizmeye başlamıştım. Bu uğraş, lise bitirme sınavlarının başlayacağı günlere kadar tam sekiz ay sürdü. Sınavlar nedeniyle çizimlere devam edemedim, çünkü çok yorucu oluyordu. Hem okula devam etmek hem de her gün tüm gündelik gazeteleri izlemek, sonra da oturup çizim yapmak ve Babiali yokuşunun tepesindeki gazeteye götürmek. Her neyse benim ayrılışımdan sonra Cumhuriyet’te Ali Ulvi çizmeye başladı. Böylece ben, eskilerin deyimi ile (sanki ben eski değilmişim gibi) Cemal Nadir Güler’in halefi, Ali Ulvi Ersoy’un da selefi olmuştum.

Dr.Adnan Adıvar’dan bir öğüt

Cumhuriyet’te çalışırken bir gün Yazı işleri müdürü Cevat Fehmi Başkut’un odasında Dr. Adnan Adıvar’la karşılaştım. Cevat Fehmi bey beni Adıvar’a tanıttı. Elimi sıkıp beni yukardan aşağı süzdükten sonra Dr. Adnan Adıvar’ın bana öğüdü şu oldu “Hangi dalda olursa olsun, bütün sanatçıların uyması gereken bir kural vardır, ‘Ben artık oldum’ dememek. Bak sen küçük yaşta günlük karikatür çizecek bir mevkiye gelmişsin, bu kuralı sakın unutma ve daima kendini aşmaya çalış”.

Uluslar arası Karikatür Festivali Albümü 2008 / Sayfa 22
Yetişkin adam olabildik mi acaba?

Yine Cumhuriyet’teyiz, ünlü ressam Elif Naci beyin bulunduğu arşiv salonunda karikatür çizmekteyim. Salona o günlerdeki Basın Yayın Müdürlüğü görevini yapan,ismini hatırlayamadığım bir bey geldi. Omuzumun üzerinden çizmekte olduğum karikatüre baktı, sonra sordu “Bu günlük karikatürleri çizen Niyazi sen misin?”. “Evet” cevabını alınca da başını iki yana sallayıp mırıldandı “Allah Allah, ben seni yaşlı başlı yetişkin bir adam sanıyordum”.

Sivilceli çizer

 Yayınlanan günlük karikatürlerimden birinde, kendi portremi de konuyla ilişkili olarak karikatüre dahil etmiştim. Aradan birkaç gün geçti.O yaşlardaki her gencin başına bela olan sivilce derdi bende de vardı. Bir gün burnumun üstünde koca bir sivilceyle gazeteye geldim, Cevat Fehmi Bey suratıma şöyle bir baktı ve “Niyazi” dedi “Bu günlerde çizdiğin karikatürlere sakın kendini sokuşturma!

Ferruh Doğan ve imzası

O günlerde aynı lisede okuduğumuz ve benden bir sınıf ilerde olan Ferruh Doğan, Burhan Felek’in Pazar günleri Cumhuriyet’te yayınlanan öykümsü mizah yazılarına vinyet çizmekteydi ve imzasını yine “FE” diye atıyordu. Bir gün kendisine çizimlerini neden ismini yazarak imzalamadığını sordum. Cevap verdi “O zaman kartvizit gibi bir şey olur”, ve yaşamı boyunca imzasını “FE” olarak attı.

 Bir yokluk öyküsü

1952’de Akbaba dergisi yeniden yayınlanmaya başladığından itibaren çeşitli aralıklarla bu dergiye karikatür çizdim. Akbaba’yla ilgili bir çok anılarım var.
Ellili yılların ortaları… Artık Demokrat partinin cicim ayları çoktan sona ermiş, ekonomi baş aşağı gitmekte ve piyasalarda bir çok malın sıkıntısı çekilmekte. O günlerin minik dört köşe şişelerde satılan çini mürekkeplerini bulmak bile olanaksız. Haftanın birinde Yusuf Ziya Ortaç’a karikatür yerine bir çerçeve içine yazılmış şu dörtlüğü götürdüm:
Kalem, fırça, kağıtlar bekleşiyor masada
Karikatür çizmedim diye gönlüm tasada
Fakat inanın dostlar, aradım bulamadım
Kalmamış mürekkebin damlası piyasada.
Aldı, okudu, hemen karşı odadaki Ahmet beye seslendi “Ahmet bey, oradan bir küçük şişe alıp gelir misiniz?”. Ahmet bey elinde küçük bir boş mürekkep şişesiyle geldi. Yusuf Ziya bey kalktı, arkasındaki dolabı açtı ve içinden koca bir mürekkep kavanozu çıkararak Ahmet beyin getirdiği o küçük şişeyi kendi eliyle doldurup bana verdi. Daha sonra Ahmet bey’den öğrendiğime göre o mürekkebi, sık sık gittiği Avrupa’dan getirmişti, gerçekten de kaliteli bir şeydi.

    Rahat uyku nasıl uyunur?

Akbaba’ya karikatür çizmeye başladıktan kısa bir süre sonra yedek subaya gittim. Altı ay Ankara’da Yedek subay okulu, ardından bir yıl Erzurum’un Dumlu kasabasında iaşe subaylığı. Bir ara yıllık iznimde İstanbul’a döndüğümde asteğmen kıyafetiyle Yusuf Ziya Bey’in ziyaretine gittim.  Üstad, karşısına dikilen bu cılız asteğmeni şöyle yukardan aşağıya süzdü ve “Biliyor musun Niyazi” dedi “Artık geceleri rahat ve huzur içinde uyuyorum” “Hayrola üstad?”  dedim, “Evet” diye cevap verdi “Çünkü sınırlarımızda bizleri bekleyen sen varsın…”

Yazısız karikatürün yararları

Gecenin bir vakti evimizin kapısı hızlı hızlı çalındı. Merakla aşağıya indim, kapıyı açtım. Karşımda hiç tanımadığım, nefes nefese kalmış yorgun bir adam. Besbelli benim evi bulmak için epeyce dolaşıp durmuş. “Niyazi Yoltaş siz misiniz?” dedi. “Evet, siz kimsiniz?” dedim “Ben Akbaba’nın klişelerini yapan falancayım” dedi ve elindeki kağıdı bana uzattı, kağıt Yusuf Ziya Ortaç’tandı ve şunlar yazılıydı:

“Azizim Niyazi,
Klişeci sizin resimleri düşürmüş. Mevzuları bilmiyorum. Klişeler elimde kaldı.Mümkünse hemen bir kağıda yazıp yollayınız. Yahut acele bize geliniz. Klişelere bakıp yazınız. Selam. Yusuf Ziya Ortaç”
“Hangi karikatür o?” dedim, adam cebinden karikatürümün çinko klişesini çıkardı. Bir kağıda lejandı yazıp adama verdim. 
Yazısız karikatür çizmenin ne kadar gerekli olduğunu o gün çok daha iyi anlamış oldum. Hiç değilse karikatürleri kaybeden klişeciler, gecenin geç saatlerinde sokaklara düşüp, sorup soruşturup çizerlerin evini aramazlardı.

Uluslararası Karika-tür Festivali Albümü 2009 / Sayfa 23
      Kim düşürmüş acaba?

Yusuf Ziya Ortaç, bazı karikatüristlere konu verip karikatür çizdirirdi. Bir gün bana şöyle demişti “Niyazi, ben konuyu buluyorum, karikatürü gözümde aynen canlandırabiliyorum ama bir türlü çizmesini beceremiyorum. 
Bir gün karikatürist Orhan Ural telaşla Yusuf Ziya Ortaç’ın odasına dalmış, heyecanla “Çok güzel bir konu buldum” demiş. Yusuf Ziya bey yavaşça başını kaldırıp Orhan Ural’a bakmış “Kim düşürmüş acaba?”

Gençlerden yakınma

Yusuf Ziya’nın gençlerden yakınması bir başka türlüydü. “Niyaziciğim” demişti bir gün “Ben bu gençleri anlamıyorum. Bir iki karikatür çizip getiriyorlar, sonra da beğenip beğenmediğimi, yayınlayıp yayınlamayacağımı sormadan iki ellerini masama dayayıp yüzüme doğru uzanarak “Bu karikatürler için kaç para vereceksin bakalım?” diyorlar.

Yusuf Ziya Ortaç’tan bir fıkra

Üstad, zaman zaman karikatüristlerin odasına gelipfıkralar anlatırdı. İşte onlardan biri:
Çok şişman, Çok göbekli birisi hamamda göbek taşına uzanıp terlemekteymiş. İçeri giren bir Karadenizli, yarım dünya gibi göbek taşının ortasında yükselen göbeğe bakmış, sonra daadama sormuş “Hemşerum, ha bunun içinde ne var?” Sıcaktan bunalmış şişko adam gözlerini aralayıp meraklıya bakmış, sinirli sinirli “B.k var!” demiş. Karadenizli şaşkın:
-“Uy” demiş “Nasıl yedun o kadar b.ku?”

Bir ilk daha

İlklerden bir başkasını da 1956 yılında gerçekleştirdim. Seksen civarında karikatürle Beyoğlundaki Belediye Sanat galerisinde bir sergi açtım. Serginin özelliği karikatürlerin tamamı, kesilip yapıştırılmış renkli elişi kağıtlarından oluşuyordu. Yusuf Ziya Ortaç’ın Akbaba’da yayınlanan bir tanıtım yazısında değindiği gibi “…Niyazi Yoltaş, galiba asıl dikkati Şehir Galerisinde açtığı sergiyle çekti. Elişi kağıtlariyle yaptığı bu orijinal sergiyi İstanbullu zevki sevmiştir. Karikatürlerinin çizgileri de kendisinindir, konuları da…”
Aynı sergiyi davet üzerine Edirne’de Türk-Amerikan Kültür Derneği salonlarında açtım. Serginin kapanış günü ziyaretçilerden ufak tefek genç bir hanım yanıma yaklaşarak “Ben” “dedi ““Cemal “Nadir” Güler’in kızıyım.” “”Yerimden
fırladığımı hatırlıyorum. Sağlığında üstad Cemal Nadir Güler’le tanışamamıştım. Kızıyla Edirne’de karşılaşmak büyük bir sürpriz olmuştu benim için. Gönül hanım Edirne’de yaşayan bir beyle evliymiş. Sergilediğim karikatürlerden birini çok beğendiğini söyledi, hemen o karikatürü imzalayarak kendisine takdim ettim.

Bir başka ilk daha…

Aynı yılın sonlarına doğru Türkiye’de televizyon ekranında Karikatür sohbetleri yapan ilklerden biri oldum. Sanırım o günlerde Yalçın Çetin de aynı televizyonda bir konuşma yapmıştı. 
Şimdi, 1956 yılında televizyon da nereden çıktı diyeceksiniz. O yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesi, Taş kışla binasının en üst katındaki bir odacıktan haftada bir gün birkaç saatlik deneme yayınları yapıyordu. Bu yayınlar da yine o günlerde İstanbul’da mevcut yaklaşık 500 televizyon alıcısı tarafından izlenebiliyordu. Ayrıca yayın süresince okulun amfisinde oturan öğrenciler de yayını takip edebiliyordu.
Bu yayınlara katılım sağlamada, yakın arkadaşlık sürdürdüğüm Afif Yesari’nin büyük çabaları oluyordu. Onun isteği ile çeşitli tarihlerde ben de “Karikatür sohbeti” başlığı altında bir dizi program yaptım.

İsteyenin bir yüzü…

1977’nin son ayları… Milliyet’te çalıştığım günlerin birinde bir mektup aldım. Yüzünü bile hatırlamadığım uzak bir akrabamdan geliyordu. Kısacık mektupta aynen şunlar yazıyordu:
“Sevgili Niyazi ağabey, 
Ben senin falanca teyzenin falanca çocuğunun falanca damadının… Karikatürlerini Milliyet’te izliyorum.Senden bir ricam var. Zahmet olmazsa bana bir Basın Kartı çıkartabilir misin acaba?
Hürmetlerimle…” 

Karadeniz’in kemençesi

Yine Milliyet’teyim. Çalıştığımız odaya elinde kemençe ile, sonradan Karadenizli olduğunu öğrendiğim bir adam girdi. Adımı sordu, cebinden bir gazete çıkartıp “Ha bu karikatürü sen mi yaptın?” dedi. “Bu çizdiğin kemençe Karadeniz uşağının kemençesi değildir, bu şehirli kemençesidir. Karadeniz kemençesi işte ha böle olur!”

11 Nisan 2013 11:43 / niyaziyoltaş

Niyazi Yoltaş "Karagöz Figürleri" Sergisi 2013

KARCOMICS MAGAZINE Web Site Copyrighted 2000-2013© By Ismail Kar All right reserved.

.