Nasreddin Hoca ve Mizah Genelinde

Günümüzde Ulusaldan Evrensele Giden Karikatürlerle Oluşan Nasreddin Hoca Fıkraları...

Hasan EFE

Yüzyıllarca dilden dile, gönülden gönüle akıtılan Nasrettin Hoca sevgisi ulusaldan evrensele taşmıştır günümüzde.
O, hâlâ vardır, var olacaktır da.
Çünkü insanın bütün karmaşıklığı, bilinmezliği yer almaktadır Hoca’nın kişiliğinde ve Nasrettin Hoca Fıkralarında.
Onun zihinlerde yarattığı birçok kavram, bugün sanat ve bilim çevrelerinde yeni yeni açılımlar ortaya koymakta, farklı kuramların yolunu açmakla kalmayıp Doğu ve Batı kültürlerinde filizlenen bilim dallarının oluşumuna katkı sağlamaktadır.
Genel mizah kavramından yola çıkılarak sürmektedir bütün bu uğraşlar. Günümüzde birçok bilim insanının, bazı ortak noktalarda birleştiği bu “mizah” terimi yeni araştırma ve incelemeciler tarafından eksik bulunmakta, bazılarınca da yeterli görülmemektedir.
Gerçi bu, bilimin sürekliliğinin bir sonucudur.
Geçmişle günümüz arasında varlığı göz ardı edilemeyen temel kültür kavramları, özellikle Türk kültür kavramı, zengin ve güçlü bir zemine oturmakta. Öte yandan da değişik yaşam biçimlerini de içinde barındırmaktadır. Doğu ve Batı kültürünün içleşmesi ve zamanla içselleşmesi toplumda kendine has bir var olma şekli ortaya koymuştur. Orta Asya kültürünün Anadolu topraklarında bu coğrafyaya göre yeniden biçimlenmesi bir şekilde bireyi de farklı bir yaşama sokmuştur. 
Bu coğrafi yer değiştirim ve toplumsal değişim, bir başka deyişle Anadolu toprakları üzerindeki yeniden yapılanma süreçlerinin ardıllığının kısalığı, iç karmaşalar ve (Selçuklular, Karamanlar, Osmanlılar…) dış saldırılar (Timur’un saldırıları) nedeniyle ortaya çıkan sıkıntılar toplumu sarsmakla kalmamış bireylerde de olumsuz etkisini göstermiştir. 
Ortaya çıkan kişilik bozukluğu, kendine güvensizlik, öz güven yitimi, vb yanı sıra ekonomik sıkıntılar ile bütünleşen bu davranış bozuklukları, karmaşık ve bilinmeyen insanı daha da bilinmezleştirmiştir. 
Bütün bunlar mizahı var kılan olgunun unsurlarından başka bir şey değildir.
Her yeni bulgu, yeni bir kavram yaratırken değişik kuramları da kucaklamaktadır.
Yaşamın ve coğrafyanın bireye sunduğu olanaklar toplumsal ve tarihsel değişimle yeniden şekillenmiştir. Böylece kendine has bir biçimde topluma farklı bir hayat sunulmuştur. Bu süreçle beliren yeni olgu, gülen ve ağlayan bireyleri kucaklayıp kaynaştırarak kendi içinde eritmiştir Anadolu’da.
Bunun örneğini Timur ile Nasreddin Hoca arasında geçen şu fıkrada görebiliriz.
*Ya Dayak Yememişsin…
Hoca Timur’un yanındaymış. Timur’a bir asker getirip sarhoş olduğunu söylemişler, “ne yapalım?” diye sormuşlar. Timur:
-Üç yüz değnek vurun! diye buyruk vermiş.
Hoca kahkahalarla gülmeye başlamış.
-Ne gülüyorsun? demiş Timur. Benimle alay mı ediyorsun? Kavuğundan da mı utanmıyorsun?
Hoca:
-Gülüyorum, demiş, çünkü ya sen hiç dayak yememişsin, ya da sayı saymasını bilmiyorsun! (1)
*Hoca, ağlayan, zor duruma düşen bireyin yanında yer almış; yöneten, karar verenlerin de yanlışlarını yüzüne söylemekten çekinmemiştir. 
Öte yandan da “Belanın Dişisi” adlı fil fıkrasında olduğu gibi Timur’dan korkarak kendini yalnız bırakan köylülerin bu davranışlarını beğenmemiş; olayı tersinlemiş, yani onları cezalandırmıştır.
Bu fıkrayla o dönemdeki toplumsal bir olgunun izlerini yüzyılımızda da görmekteyiz.
Araştırmacı Çiğdem Usta bunu, “bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi mizahın konuları ya da insanı güldüren olaylar değişmekte; fakat mizahın yapısı aynı kalmaktadır.” (2) der. 
Bergson’un gözüyle baktığımızda ise, “Görülüyor ki doğa, başka yerlerde olduğu gibi, burada da iyilik için kötülüğü kullanıyor… Bize öyle geliyor ki toplum, olgunlaştıkça üyelerinden gittikçe büyüyen ve gittikçe daha iyi denkleşen bir uygarlık yumuşaklığı elde ediyor. Böylelikle son derecede büyük olan toplum yığınından ayrılmaz bir halde bulunan yüzeydeki potları gitgide daha iyi temizliyor, gülme de bu potların şekline dikkat ederek yararlı bir işlevi yerine getiriyor.” diyerek açıklık getirebiliriz bu toplumsal olguya.(3)
Nasreddin Hoca ve Mizah kavramı ele alınırken araştırmacıların en çok üzerinde durduğu alanlar tarih, ekonomi, ticaret, hukuk, toplum bilim, psikoloji, halkbilim, edebiyat, politika, tarih ve felsefedir. Ayrıca zooloji, botanik, coğrafya, siyaset psikolojisi, sosyal psikoloji, antropoloji, dirimbilim (biyoloji)…vb bilimsel alanlar üzerinde de durulması gerektiğini düşünüyorum. 
Şu fıkrayı okuyalım. 
*Kuşa Benzedin
Hoca hiç leylek görmemişmiş. Bir gün tutup getirmişler, eline vermişler. Şöyle bir bakmış, beğenmemiş… Ayaklarını, gagasını kesmiş… Karşısına geçip bir iyice süzdükten sonra:
-Hah, demiş leyleğe, işte şimdi kuşa benzedin(4)
Bilimsel araştırmalar leyleğin binlerce yıldır yeryüzündeki sıcak bölgelerde; Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’nın dışında farklı bir cinsinin de Güney Amerika’da yaşadığını söyler. İnsanlara yakın olan bu kuşun havaların ısınmasıyla Anadolu’ya göç ederek özellikle sulak ve bataklık yerlerde küçük kemirgen, sürüngen ve kurbağalarla beslendiği bilinir. 
Böyle bir kuşun Akşehir ve civarında Hoca’ya görünmemesi ya da Hoca’nın böyle bir kuşu görmemesi olası mıdır?
Eğer başka bir coğrafya olsaydı buna pek itirazımız olmayabilirdi. Akşehir, bir yandan Sultandağı’ndan gelen sularla beslenir, öte yandan da bir göl barındırır yanı başında! Belki bir dönem bölgede kuraklığın etkisiyle leylekler görülmemiş olabilir. Ama Hoca’nın başka kuşları tanıyıp leyleği hiç görmemişmiş olması bizi başka şeyler üzerinde düşündürmeye götürür. 
1. Akşehir ve civarında leylek mi yaşamıyordu?
2. Akşehir ve civarında kuraklık baş göstermişse bu kaç yıl sürdü?
3. Hoca, diğer kuşları tanıdığına göre leyleği görüp de onu “kuşlar” sınıfından kabul etmemesi olası mı?
4. Halkın ve bölge insanın tanıdığı bir kuşu, Akşehir’de sözü geçen, kadılık yapan bir halk filozofunun bilmemesi ne derece inandırıcı olabilir?
5. Çiftçiler ekin ekerlerken leyleklerin, tarlalarına gelip tohumları yemesini istemezler. Bu fıkrada geçen leylek hem hoca’ya tanıtılmak hem de tohumları yediği için bir önlem alması istenerek tutulup Hoca’ya getirilmiş olabilir mi? 
Bu gibi soruların karşılığı, iklimbilim, zooloji, toplumbilim, sosyal psikoloji, vb bilimlerde aranarak o dönemin yaşamına ışık tutulabilir. Öte yandan da fıkraların metinsel bütünlüğüyle anlambilimin olanakları daha geniş bir açıdan irdelenebilir. Bunu şu soruyu da sorarak metne dönük açıklama yapalım. 
6. Hoca leyleği biliyor da bilmemezlikten mi geliyor? sorusunu fıkranın ilk cümlesiyle açalım. 
“ Hoca hiç leylek görmemişmiş.” tek eylemle biten basit bir cümle. Yüklem görevindeki “gör-“ fiili “-me” olumsuzluk ekiyle “-miş” haber kipini almış. Görme eylemi bilinmeyen bir zamandadır. Bu hikayede geçen olayı anlatan özne yani kişi olayın gerçekliğinden habersizdir, yani söylenileni bir başkası tarafından duymuştur. Bir başka deyişle söyleyecek olursak, özne olayı kendisi bilmiyor. 
Şimdi burada bir belirsizlik var. 
Ben kendi gözümle görmediğim bir şeye ne derece inanabilirim! 
“Gör-“ eyleminin üçüncü eki “-miş” rivayet bileşik zamandır. Bu metin çözümlemesinde yani fıkrada bilinmezliği daha da artırır yani eylemde üst düzeye çıkarak şüphe belirginleşir. 
Alpay Kabacalı’nın Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca kitabındaki fıkralardan yola çıkarak yaptığım bu saptama belki başka kaynak fıkralarda değişik olarak ortaya konulabilecektir. Bunu da göz ardı etmiyorum.
Adı geçen bu kaynaktaki fıkraların çoğunda kullanılan eylem zamanları haber kipleridir. Kabacalı buna, “Fıkra hızla gelişip son’a ulaşır. Çoğu kez mişli geçmiş zaman, seyrek olarak da geniş zaman kullanılır,” diye açıklık getirir. (5) Demek ki Nasreddin Hoca fıkralarındaki dilde “-miş’li geçmiş zamanın rivayeti” yani “-miş –miş” kullanılmamaktadır. Bu da “Kuşa Benzedin” fıkrasında ortaya atılan “Hoca hiç leylek görmemişmiş.” Cümlesinin anlamca olumsuz bilinmezliğin gerçekliğini geriletir veya ortadan kaldırır.
Metinde geçen olay ve anlatım mantıksal olarak da dilbilimsel olarak da doğrudur. Olabilirliği de olasıdır. Ama yukarıdaki açıklamalarımız göz önünde tutulduğunda gerçekleşebilirliğin gerilediği görülür. 
Öyleyse bu fıkra ile anlatılmak istenen nedir?
Buna alt anlam katmanlı eksiltili bir fıkra diyebiliriz. 
Metindeki ileti açıkça çözümlenemeyecek kadar alta indirilmiştir. Sebep - sonuç ilişkisi örtülmekle kalmayıp derinleştirilmiştir. 
Tekrar metne dönelim.
Bir kuş(leylek) başka kuşlara benzemiyor diye bedenine zarar verilip acı çektirilir mi? Bu durumda kendi uzuvlarını kaybeden bir canlı yaşamını sürdürebilir mi? Kuşkusuz ki hayır. 
Eğer bu olayda geçen öykü kahramanı leylek değil de insan olsaydı fıkranın okur(dinleyen) üzerindeki etkisi ve mizah gücü nasıl olurdu? 
Bu fıkranın yüzeysel okuma dışında kalan alt anlam katmanları, birkaç şekilde de anlamlandırılabilir.
1. Davranış, giyim, konuşma, yaşam biçimi, vb yönünden toplumun kabul etmediği farklı kişileri, toplum bir şekilde kendine benzetir. 
2. Toplum kendine ters gelen bir şeye çoğu zaman doğrudan kendisi müdahale etmez, bir günah keçisi bulup dolaylı olarak ona, yapmak istediğini uygulatır. 
3. Hoca’nın kadı olduğu göz önüne alınırsa, topluma aykırı görünen kişiler, doğrudan toplum tarafından değil de hukuk yoluyla topluma benzetilir. 
Fıkradaki şifreler anlamlandırma katmanları ile açıldıktan sonra onun güldürme görevi bitmiştir. Az önce ele aldığımız bu üç anlamsallıkla fıkradaki mizah işlevi başka bir göreve evrilmiştir ki bu da; ders çıkarma, …gibi olma, kendine biçim verme şeklidir. 
Yapıtlardaki gerçek mizahsal işlev ilk okumadaki yüzeysel katmanda(uyuşmazlık) ortaya çıkar. Bununla mizahsal değerlendirmenin gücü, büyük bir ivme kazanmış olur. İşte bu aşamada gülme başlar. 
Bir mizah ürününün “mizah” olabilmesi için alıcının (okur-dinler) o yapıtla ilişkisi çelişik, gerçeklikten uzak, saptırmalı; öte yandan da dil oyunları, vb ile kurulu olması göz ardı edilmemelidir. 
Pertev Naili Boratav’a göre, “hazırcevaplık, nükte, sağduyu ile saflık ve tuhaflık”(6) Hoca fıkralarının önemli özellikleridir.
Erdoğan Tokmakçıoğlu da Hoca ile ilgili mizah özelliklerinin arasına “akla gelmedik nedenler, şaşırtıcı davranış”ı(7) da koyar. 
Şu karikatür, az önceki fıkranın tersinlenmiş şekli olarak düşünülebilir. 

“Nasreddin Hoca’nın Fıkraları”yla “Nasreddin Hoca Fıkraları”

Bugüne dek söyleyip, dinlediğimiz Nasreddin Hoca fıkralarının tümü Hoca’nın fıkrası mıdır? Bazı tarihçiler bütün fıkraların Hoca’ya bağlanamayacağı görüşündedir. Biz bunu tarihçilere bırakarak günümüzde üretilen bazı Nasreddin Hoca fıkralarına bakalım. 
YolculukHoca karısını Konya’ya götürmek ister. Sabah kalkıp Akşehir garajına varır. Oradakilerle hoş beşten sonra yazıhanedeki gençten üç bilet ister. Genç şaşkın şaşkın: -Hocam, oğlanlar dışarıda, kız da Sivrihisar’da bu üçüncüsü kim? der. Hoca elini beline atarak: -İki koltuk hanım için,  bir koltuk da benim, der.   
Dikenli TelBir gün erkenden belediye başkanına çıkar Hoca. Çay kahve faslından sonra başkanın yanına yaklaşarak kulağına hafifçe:-On bin adımlık dikenli tel alalım, der.Başkanın şaşırdığını gören Hoca:-Efendi, şaşırma! Ben şehri bu sabah adımladım. Her gün Akşehir’e dışarıdan insanlar gelip yerleşiyor, etrafı tel örgüyle çevirirsek bu sorun çözülür, diyerek odadan ayrılır.  
Bu örneklerle bazı sorunlar Nasreddin Hoca’ya yaslanılarak dile getirilmiştir. Şu alıntıya bir göz atalım.“Nasreddin Hoca’nın sağlığında belki on on beş, belki kırk elli, diyelim seksen nüktesi yaygınlık kazanmış olabilir. Sonradan başka tiplere, başka kişilere ait nükte ve fıkralar da ona bağlanmış, bunlara yenileri eklenmiş, fıkra sayısı giderek artmıştır. Bu bakımdan, yaşayagelen ‘Nasreddin Hoca’nın fıkraları’ değil, ‘Nasreddin Hoca fıkraları’dır. Hoca’yı ve fıkraları 13. yüzyıl Anadolu halkı yaratmaya başlamış, yaratım süreci çağlar boyu sürmüştür. Bu fıkralar artık Türk halkının tümüne mal edilmektedir” (8)Günümüzde de böyle değil midir?Halk çözümsüzlüğün, sıkıntının baş gösterdiği yerde mizaha başvurmaz mı?Bunu yaşamın birçok alanında görüyoruz, birlikte yaşıyoruz. İç içe geçmiş bu yaşamda mizahı yaratan özneler gerçekliğin içindeyken biz de karşıdan izleyip bir üstünlük kazanmıyor muyuz? Elbette kazanıyoruz. Karşımızdakinin düştüğü duruma bakıp halimize şükrediyor, oturup kalkıp iyi ki o durumda değilim, diyoruz.Yaşamdaki şu kesitler halkın kendisi değil midir?

Toplumsal Süreçlerin Mizaha Yansıması

Nasreddin Hoca fıkraları dikkatle incelenecek olursa, metinlerde toplumsal bir geçişin yaşandığı görülür. Hoca, kent(kasaba) ile köy arasında gidip gelen bu iki yaşam biçiminde yoğrulan bireylerle sürdürür ilişkisini. Öte yandan da Anadolu’daki yönetimsel değişiklikler ardı ardına gelince alışılan bir yaşam biçiminden yeni bir yaşam biçimine geçiş toplumdaki bireyler arasında bir uyumsuzluğa neden olmuştur. 
Bu da bazı fıkraların çıkış nedeni sayılmalıdır. 
Günümüzde de kırsal kesimden kente göçün getirdiği bir takım kültürel değişim, birey ve toplum yaşamında yeni bir kültürel oluşum ortaya çıkarmıştır. 
Böylece mizah, bireylerin sıkıntı, acı ve sorunlarının içe dönmesiyle yaşam bulmuştur toplumda. 
Alpay Kabacalı bunu şöyle açıklar. 
“Nasreddin Hoca fıkralarında da bir kültür ortamından başka bir kültür ortamına geçiş özelliği görülmekte; çok değişik örneklere rastlanabilmektedir. Söz gelimi bir Bektaşi fıkrası, Nasreddin Hoca’ya bağlanmış olarak karşımıza çıkabilmektedir. Kimi halkbilimciler buna ‘fıkra tipinin değişmesi’ özelliği adını vermekte, çeşitli ortaya çıkış biçimlerini belirlemektedirler(.) … ( ‘sevilen bir nüktenin başka bir bölge tipine veya bölge halkına bağlanması’)(.)” (9)
Nasreddin Hoca fırkalarının motifleri Avrupa ve Asya ülkelerindeki fıkralarda da görülmektedir. 
Şu alıntıyı da Kabacalı’dan aktaralım.
“Bunlar arasında sözgelimi değirmenci, oğlu ve eşek, palamutla kabak, sahibinin yem yemeye alıştırdığı, ama tam buna alışacağı sırada ölen eşek, bir filozofla işaretleşerek tartışan Patürge, İskender’i kadınların etkisinden korumaya çağıran, ama kendisi cihangirin nedimesi tarafından eyerlenip binilen Aristo’nun öyküleri, bu fıkralarda aynen bulunur. Bütün bunlar Avrupa ve Asya insanlığının ortak malıdır… 
Bu konudaki örneklerden biri; hem Ezop’ta hem Nasreddin Hoca’da rastlanan ortak konudur…
Fransızların Marsilyalı mizah tipi Marius’a bağlananlarla Hoca’nınkiler arasında bile benzer fıkralar bulunabiliyor…
Bu gibi ortaklıklar araştırılırken, fıkraların sözü edilen özelliğinin yanı sıra, Fransız araştırmacısı Raoul Rosière’nin söylencelerin oluşmasıyla ilgili şu görüşleri de göz önünde bulundurulmalıdır(.):
Aynı kavrama yeteneğindeki bütün uluslarda imgelem aynı biçimde çalışır. Bir kahramanın anısı zayıfladıkça, onun anısına yaratılmış olan söylence, kendini yeni çevrenin toplumsal ve budunbilimsel(etnolojik) koşullarına uyarlar.”(10)
Demek ki bir ulusun fıkraları bir başka ulusunkine benzemekle kalmayıp evrensel değerler taşıyabilmektedir. Buradan yola çıkarak evrensel çizgilerle yani karikatürlerle oluşturulan Nasreddin Hoca fıkralarına da değinelim.

Günümüzde Ulusaldan Evrensele Giden Karikatürlerle Oluşan Nasreddin Hoca Fıkraları

İlk bakışta fırka ve karikatürün birbiriyle biçimselliği örtüşmese de içerik olarak ayrılmaz bir bütün olduğu gözden kaçmaz. 
Biçimsel örtüşmezlik nedeniyle, her iki ürünün yüzeysel ve alt anlam katmanlarındaki mizahî özellikleri, alıcılar tarafından aynı kolaylıkla çözülemez. 
Görsel bir metin olan karikatür; çizgi, renk, boya, gölge, tarama, vb ile oluşurken, yazınsal ve anlatımsal bir metin olan fıkra; ses, ton, vurgu, ahenk, (anlatımsal) vb ile; harf, hece, sözcük, cümle öbeği, cümle, dilbilgisi unsurları(yazınsal) vb ile biçimlenir. Her iki metinse derinliğinde kendi özel tekniklerini barındırırlar. 
Yine her iki metin, kendi bağlamlarında, biçimselliği yüzeysel yapıyla örtüştürdüğünde mizah orta çıkar. Böylece yaşam estetize edildiğinde, sanatsal ürünler oluşur. 
Karikatür ve fıkrayı oluşturanlar, bu ürünlerde kuşkusuz kendi dünya görüşlerini, dünyayı algılama biçimlerini de ortaya koyacaklardır. Sanatçıların üretim süreçlerinde olaylara bakışları da böyle olacaktır. 
Sonuçta mizah unsuru taşıyan bir olayı çizere sorduğunuzda, ondan almak istediğiniz yorum çizgisel bakış, yazara sorduğunuzda da yazınsal bakıştır.(11)
Bu genel değerlendirmeyi metinler arası ilişkiler boyutunda ele alıp yazıyı biraz daha açacağız. 
İlki yazınsal metin olarak fıkra,
İkincisi görsel metin olarak karikatür. 
Yazınsal metin olan şu fıkrayı okuyalım.
*Yorum
Bir gün Nasreddin Hoca, elindeki gazeteyle eşeğin sırtına binip dünyanın çevresinde geziniyormuş. 
O sırada eşeğin harflerle ortalığı pislettiğini gören biri:
-Bu ne iştir Hoca, sen gazeteye bakıyorsun, eşeğin de etrafı harflerle pisletiyor! deyince, Hoca:
-Ben haberleri okuyorum, eşeğim de yorumluyor, demiş.
Yukarıdaki alt başlığa göre bu fıkranın kaynağı karikatürdür. 
Yani bir karikatürden yola çıkarak oluşturulmuştur. Kaynak görsel olmasına karşın Yazınsal bakışla gerçekleştirilmiştir fıkra. Yüzeysel yapısı; sözcük, cümle, noktalama işaretleri ve diğer dilbilgisi öğeleriyle örülmüştür. Öte yandan da abartma(eşeğin harflerle etrafı pislemesi ve yorum yapması), benzeşme (ses; pisletiyor/ yorumluyor…), teşhis(kişileştirme; eşeğin haber yorumlaması), alışılmamış bağdaştırma(eşeğin haber yorumlaması) gibi dil oyunlarıyla süslenerek mizahî özellik güçlendirilmiştir. 
Bu fıkrayı bir de geleneksel gülme kuramı olan uyumsuzluk(uyuşmazlık, aykırılık) kuramıyla açıklayalım. 
Burada ilkin gerçek yaşama uyan bir bütünlük; Hoca, eşek, harfler, dünya ve gazete ile sağlanmış. Aykırılıksa eşeğin harflerle dünyayı pislemesidir. Bu edim, uyumsuzluk kuramının ilk unsurudur. İkincisiyse beklenmezliktir.
Bu beklenmezlik, yazınsal metin olan fıkranın sonuç bölümdeki “Ben haberleri okuyorum, eşeğim de yorumluyor, demiş.” cümlesidir. 
Diğer bir deyişle “sürpriz unsur”dur.(12)
“Eğer “beklenmeyen” olmazsa, gülme gerçekleşmez. Bir başka koşulsa, kişinin mizahî yapıta gülebilmesi için, esprideki “sürpriz unsuruna” duyarlı olması ve beklenmedik olan fark edildiğinde, hemen bir adım öteye geçerek olan bitende bir anlam arayışına girebilmesidir.(.)”(13)
*Bu fıkranın kaynağı olan karikatüre bakalım.

*Radar

Hoca eşeğinin sırtında ters olarak Mısır’daki piramitlerde ağır ağır dolaşıyormuş. Hayvan huylanınca birden telaşlanıp eşeğin kemerini kendi beline bağlamaya girişmiş.
-Düşsen bile bir şey olmaz, altın kum, demiş bir ses.
Başını yukarıdan gelen sese çeviren Hoca:
-Radara yakalanmaktansa… deyip uzaklaşmış.

Bunun kaynağı da karikatürdür. 
Bu fıkrayı da uyumsuzluk kuramıyla açıklayabiliriz. 
Burada gerçek yaşama uyan bütünlük; Hoca, eşek, piramitler, kemer, bir ses(görünmeyin kişi) ve radar ile sağlanmış. Aykırılıksa, eşeğin kemeriyle Hoca’nın kendisini bağlama edimi ve çölde, trafiğin olmadığı yerde radara yakalanma düşüncesidir. 
Buradaki uyumsuzluğun ilkinde beklenmezlik beliriyor. Yani bu davranış ( eşeğin kemeriyle Hoca’nın kendisini bağlaması) okur zihnine ters geliyor. Diğer aykırılıksa çölde radara yakalanma düşüncesi, bu da sürpriz unsurudur. 
Yazınsal bakışla gerçekleştirilen bu fıkranın yüzeysel yapısı diğerleri gibi sözcük, cümle, noktalama işaretleri ve diğer dilbilgisi öğeleriyle örülmüştür. Öte yandan da abartma (eşek kemeri ile bağlanma, çölde radar olasılığı), yineleme (ses; ağır ağır- ses, ses), alışılmamış bağdaştırma(eşek kemeri ile bağlanma, çölde radar olasılığı), gibi dil oyunlarıyla süslenerek mizahî özellik güçlendirilmiştir. 
Bu fıkranın kaynağı olan karikatüre bakalım.

Bir başka örnek.

*Terzi

Hoca’nın eşeği yardan düşüp yaralanmış. Derileri lime lime parçalanan hayvan duramaz olmuş ayakta. Bu duruma çok üzülen Hoca, sabah erkenden yola koyulup varmış şehre. Veterinerin kapısına geldiğinde “Bugün izinliyim” yazısıyla karşılaşmış. 
Akşama doğru işlerini halleden Hoca, geri dönmek için düşmüş yola. 
Evde eşeği yamalı bohça gibi gören karısı şaşkınlıkla:
-Efendi bu ne hal! deyince, Hoca:
-Hanım dua et ki, terzi kapalı değilmiş, diyerek girmiş içeri. 
Bu fıkranın kaynağı olan karikatüre bakalım.

Bir başka örnek.

*Kahkaha

Hoca eşeğine ters binip epeyce yol almış. Tam öğle sularında havanın birden lacivertleşip ay’ın sarardığını görünce telaşlanmış biraz. Ay, Hoca’nın bu halini fark edip sırt üstü gelmiş kahkahadan. Hoca aldırış etmeden:
-Ben altta olmasaydım çoktan düşmüştün, deyip uzaklaşmış. 

Yukarıdaki dört karikatürden ilki ülke içinden yani Türkiye’den, üçü de ülke dışından; Mısır, İtalya ve Rusya’dan.
Yazımızın başında bir mizah ürününün şifrelerini çözebilmek için o ürünün dilini ve dil inceliğinin öneminin bilinmesi gerektiğini belirtmiştik. Burada ele aldığımız yazınsal metin olan fıkraların çözülebilmesi için ilkin alıcının Türkçe bilme gerekliliği beliriyor. Daha sonra bu dilin incelikleriyle ilgili mizahî işlerlik de göz önünde tutulmalıdır. Bu süreçte alıcı, metni yani fıkraları zihinsel bir süzgeçten geçirip yeniden üreterek mizahın olanaklarına varabilecektir. 
Fıkralar bir başka dile çevrilirse, çevrildiği dilin incelikleriyle uyuşabilir mi? 
Bunun yanıtı, hayır, ise mizahî oluşum ortadan kalkar. 
Görsel bir metin olan karikatürse, yazılı metne göre biraz daha çözümseldir. Herhangi bir dil bilmeden de alıcı, kendi kültür ve yaşam birikimine göre çizgileri (karikatürleri), çizgilerin diliyle açıp mizahî özellikleri yakalayabilir. 
Metinler arası bağlamda,çizerin görsel olanaklar kullanarak oluşturduğu mizahî ürünü, yani karikatürü, yazınsal metin olan fıkraya da dönüştürebilir.
Metinler arası işleyiş, karikatürün onlarca metinsel dönüşümünden yalnızca biridir.
Alıcı, yaratılan bir sanat yapıtını, kendi zihninin süzgecinden geçirerek yeniden yaratır ki bu da metinler arası ilişkinin, yeniden üretilmesinden başka bir şey değildir. 
İsterseniz buna en basit bir biçimde, karikatür ile fıkra oluşturma da diyebilirsiniz. 

*52. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Anma ve Mizah Günleri’nde sunulan bildiri, 7 Temmuz 2011 Cuma, Akşehir
Not: 
1.Karikatürlerin anlamlandırılması için kaynak; (Hasan Efe, Görsel Bir Metin Olarak Karikatürün Anlam Yapısı, İle Dergisi, sayı 15, Mart-Nisan 2008)
2. Yukarıdaki dört karikatür(El Salvador, Mısır, İtalya va Rusya) 17. Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması, 1997 Albümü Karikatürcüler Derneği’dendir.
3. Gazete okuyan Hoca karikatürü, Hasan Efe, Karikatürler, Kum Yay, Ank.

Kaynaklar:

1. Alpay Kabacalı, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, 1. bas., Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul 1991
2. Çiğdem Usta, Mizah Dilinin Gizemi, 2. bas., Akçağ Yayınları 775, Ankara 2009
3. Alpay Kabacalı, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, 1.bas’dan alıntı(Gülme- Komiğin Anlamı Üzerinde Deneme adlı kitaptan, çev. M. Şekip Tunç), sf.30, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul 1991
4. age, sf. 139
5. age, sf. 60
6. Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, sf. 97, Gerçek Yay. İstanbul 1969
7. Erdoğan Tokmakçıoğlu, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, sf. 75, İstanbul 1975
8. Alpay Kabacalı, Bütün Yönleriyle Nasreddin Hoca, 1. bas., sf. 34, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul 1991
9. Kabacalı, age, sf. 48
10. Kabacalı, age,sf. 50 
11.Hasan Efe, Genel Mizah Kavramı ve Karikatür Bilimi, Varlık Dergisi İstanbul
12. Çiğdem Usta, Mizah Dilinin Gizemi, 2. bas., sf. 89, Akçağ Yayınları 775, Ankara 2009
13. Age, sf. 89

24 Temmuz 2011 14:31 / hasanefe

KARCOMICS MAGAZINE Web Site Copyrighted 2000-2011© By Ismail Kar All right reserved.