KARCOMICS MAGAZINE Banner

Karikatürcülerden  Karikatür ve Espri Yorumları...

AKDAĞ SAYDUT & KÖKSAL ÇİFTÇİ

Karikatür Yarışması sonuçlanmış...

 

Bu sabah gördüm, 
Aydın Doğan Karikatür Yarışması sonuçlanmış.
1- Ödüle değer görülen eserler sanki karikatür değil,
2- Eğer karikatürseler eserlerde espri yok,
3- Eğer espri varsa ben de Napolyon'um.
Selamlarımla..Köksal Çiftçi <
koksalciftci@hotmail.com >03 Haziran 2009 Çarşamba 11:57

Karikatür ve espri üzerine...

 

Köksal Çiftçi karikatür yarışmaları ve yarışma karikatürleri ile ilgili durumun geldiği noktayı ikilem ile saptıyor:
1- Ödüle değer görülen eserler sanki karikatür değil,
2- Eğer karikatürseler eserlerde espri yok,
Esas sorun da burada ortaya çıkıyor.
Başa dönelim: Karikatür nedir?
Ezberlediğimiz yanıtı verelim: Çizgiyle mizah yapmaktır!
- Çizgi nerede? 
- Her yerde, her şeyde...
- Mizah nerede? 
- Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi... Biz de geri almadık!
*
Dünyada iç karartan olaylar var. Yeni değil. 12.000 yıldır var! Mizah ne zamandan beri var? İnsan durumdan, içerikten ne zaman soyutlama yapmaya başladıysa o zamandan beri var!
- Karikatür nedir?
- Çizgiyle mizah yapmaktır!
Aziz Nesin ne diyor? İçinde gülme olmayan şey mizah değildir! 
Hay Allah! İçinde gülme olma şey mizah değilse, içinde gülme olmayan çizgi de karikatür değildir!
Gel de çık işin içinden!
*
Oğuz Aral da işte tam bu noktada sormuştu o soruyu:
- Kimin için çiziyorsun, ne için çiziyorsun?
Nasıl çiziyorsun diye sormadı zaten!
Sanırım aradığı şey sululuk değildi. Sululuğa da yadsımayan soyut ama kendi yaşam biçimimize de yabancılaşmamış bir mizahtı! Yazılara, balonlara, takılmadan konuyu tartışabilecek miyiz? Yazıları oluşturan sözcüklerdeki çarpıtmalara, sövgülere, arabeskleşmeye de fazla takılmayın! O çizgilere, yani patlak göz patates burun, palyaço surat tanımlamalarına kendimizi kaptırıp, ön yargılı davranmadan sunulan çizgilere de bir bakalım. 
Konuyu irdelerken "reddiyeci" davranmadan, sanat dayatmadan konuşalım.
*
İçinde gülme olmayan çizgi karikatür olur mu, olmaz mı?
Kendimi neden kısıtlayayım? İstersem komik çizerim, istersem balonların içine yazı yazarım, istersem yazısız çizgiler çizerim............................ Karikatür başka bir boyuta mı geçiyor?
Yıllardır Nasrettin Hoca'yı eşeğe ters bindiriyoruz! Hoca'nın eşeğe ters binmesi zaten gülme içeriyor! Bunu çizgiyle görselleştirince karikatür oldu diyebilir miyiz? O zaman da birbirine benzer binlerce karikatür çizmiş oluyoruz! Peki "eşeğe ters oturmuş Nasrettin Hoca çizimini başka nükte ile desteklersek ne oluyor? O zaman da ortaya bir öykü çıkıyor! 
Pek çok benzer olay ve olgu karşısında düşünürken bu ikilemi yaşamıyor muyuz?
*
Çok uzadı galiba... 
Köksal Hoca'nın saptadığı ikilem karikatür üzerine konuşup, düşünürken ıskaladığımız, kendimizi sorgulamadığımız bir durumu saptıyor galiba! 
Selam ve sevgiler,AkdağSaydut<
akdags@superonline.com >03 Haziran 2009 Çarşamba 21:19

 
 

Karikatür ve espri üzerine...

Sanırım irony, satire ve humour kavramları bu sorunsalda anahtar kelimeler olacaktır.
Osmanlıca veya Türkçe ile iğneleme/hiciv(yergi)/mizah(gülmece)/alay kelimeleri...
Simdi bu kelimelerle ifade edilen öze (muhtevaya) nasıl bir biçim (şekil) verilirse veya nasıl bir şekil ile bu muhtevalar (öz'ler) KARİKATÜR olur. Köksal beyin irdelediği sorunsal bu olsa gerek.
FARUK ÇAĞLA Ve ciddi, önemli bir teorik meseledir. Üzerinde doktora tezi yazılır.
Bir süre önce bir dostuma Türk bayrağının hilali üzerine çekiç figürü konduruluyor bu karikatür sayılıyor, aslında afiştir...demiştim.
Yine o günlerde yine aynı dostumuza, çizer kardeşimizden biri bir fabrika bacasından çıkan dumanı 1 Mayıs şeklinde yazıyor, bu da karikatür sayılıyor, aslında illüstrasyondur demiştim.
Bunu takip eden günlerde bu mail grubunda kim neyi isterse öyle çizer kimsenin ne çizdiğine karışamayız, burası haberleşme grubudur tarzında bir muhtıra yayınlanmıştı. 
Şimdi Köksal hocanın açtığı bu tartışmanın burada gündeme gelmesi sevindiricidir. Asıl böyle olunursa daha verimli olunur kanaatindeyim.
İşte Köksal kardeşimin dediği ESPRİ nerede? konusu burada gündeme gelir. Karikatürcü Sami Caner dostum der ki ; 
"karikatürde espri olmalıdır fakat espri ile birkilte zeka olmalıdır."
Demek espri olması da yetmiyor, espride zeka kıvılcımı da aranmalı... Ben de buna BULUŞ diyorum.
Yani siz Türkiye Cumhuriyeti günün birinde sosyalist olursa bayrağı nasıl olmalı diye düşündüğünüzde hilalin üzerine çekiç konmalı da dersiniz, sadece yıldızının rengi sarı olmalı da dersiniz...Hilalin ucunu kıvırıp orak şekli de verebilirsiniz. İşte burada birtakım sembolleri kullanarak bir fikri, bir ideayı görsel mesaj haline dönüştürürken hangi ideogramı hangi ideography sistemi içinde kullandığınız sizin o sanat disiplini (karikatürse karikatür, grafikse grafik, resimse resim, mimariyse mimari)
içindeki ustalığınıza bağlıdır.
Demek ki işin içine;
1-Hangi sanat disiplini olduğu
2-Mesaj ve Anlatım dili (öz-biçim/şekil-muhteva) ilişkisi
3-Hedef kitle
Faktörleri girmektedir.
Oğuz Aral'ın kim için ne için çiziyorsun sorusu reklamcılık ve iletişim sanatlarının en temel prensibi olan hedef kitle analizi konusuna girer. Grafik eğitimi almış çoğu karikatürcü bu kuralı zaten doğal olarak bilir. Elbette gazeteciler de bilir. Yani işi iletişim olanlar kendiliğinden bilir. Karikatürcü de bir çizgi ve şekil iletişimcisi olduğu için doğal olarak Oğuz Aral da buna işaret etmiştir.
Köksal Çiftçi'nin üzerinde durduğu asıl konu yukarıdaki 2 no.lu Mesaj ve Anlatım dili yani öz-biçim ilişkisi konusudur ki burada işin içine YARATICILIK girer. İşte ona Köksal, kestrirmeden ESPRİ demektedir ve haklıdır.
Buna da Sami Caner ZEKA demişti...
Görsel iletişim tasarımına 35 yılını vermiş bir tasarımcı olarak ben; bir İslam toplumu olan ve her 10 yılda bunun ağırlığının daha da artarak hissedildiği Türkiye'de YARATICI kelimesinin REKLAMCILIK DEYİMİ OLARAK KULLANILSA BİLE ne kadar tepki çektiğini bizzat yaşadım. Bu kelime, Batı'da CREATIVITY- CREATIVE olarak kullanılırken o anlama denk başka bir TÜRKÇE kelime arayışına girdim. Sonunda yok olan şeyi yoktan var eden manasında YARATICI değil de, var olup da gözükmeyeni bulup, görülür hale getiren, bilinmeyeni bilinir kılan KAŞİF-KEŞFEDEN anlamındaki DICOVERER kelimesinin daha TEKLİKESİZ olduğunu KEŞFETTİM. Bu kelime anlam olarak otursa bile fonetik olarak kaba durdu ve bunun yerine çok benzeri olan BULUŞÇU ve BULUŞ kelimelerini BULDUM.
Buradan tekrar Köksal'a ve Sami'ye uzanak; Karikatürde ESPRİ olmalı, ZEKA olmalı ve BULUŞ olmalı diyorum.
Uç uca eklersek; Karikatürde ESPRİYE dayanan, ZEKİCE düşünülmüş/çizilmiş/hazırlanmış/tasarlanmış(*) BULUŞ olmalıdır diyorum.
(*) Tasarlanmıştır, çünkü Karikatür görsel iletişim tasarımıdır.
Yani karikatür ZEKİCE BULUŞLARLA mizah, hiciv, alay, yergi içeren MESAJLAR veren temel olarak ÇİZGİYLE yapılan bir GÖRSEL İLETİŞİM SANATIDIR ve her ÖZGÜN karikatür Fikir ve Sanat Eseri Kanununa göre FiKİR (düşünce) ve sanat ESERİ'dir.
Köksak Çiftçi'ye dönersek;
Nasrettin Hoca demiş ya; Hanım aldığım ciğer 2 kilo idi, bu kedi ciğeri yediyse zaten kedi iki kilo... BU elimdeki kediyse ciğer nerede? Eğer bu elimdeki kedi değil de ciğerse peki kedi nerede?
Köksal da soruyor; Bunlar ESER ise ESERDİR ama Karikatür nerede? Eğer bunlar karikatür ise peki ESPRİ nerede?
Saygıdeğer büyüğüm Yurdagün Göker abim der ki; Karikatür siyah beyaz çizilir, aslolan çizgi ve espridir.
Ben yüzde 95 katılıyorum ama yüzde 5 bir rezerv bırakıyorum, o rezervi de az sonra açıklayacağım. Evet karikatür bir yanık kibrit çöpünün yanık tarafındaki siyahlığı kullanarak, bir beyaz mendil üzerine de çizilmiş olabilir. Bir kömür parçasıyla açık renkli bir duvara çizilmiş de olabilir. Bir çubukla ıslak kum üzerine de çizilmiş olabilir. Bir dudak ruju ile aynaya, parmağınızı kesip ucundaki kan ile yer döşemesine de çizilir.
Yani? Yanisi şu; Aslolan İZ BIRAKMAKTIR ! Zaten Yurdagün abi de sanırım siyah-beyaz derken koyu bir renkle açık renk bir yüzeye çiz demek istemiştir.
Demek ki karikatür önce yüzeye iz bırakmaktır. Kumun üzerine iz bırakırsanız bir dalga siler götürür... Demek ki kalıcı bir yere iz bırakacaksınız.
Ebru sanatı ki Köksal kardeşim çok iyi bilir, su üzerine iz bırakmaktır... Kalıcı olması için KAĞIDA TRANSFER EDİLİR. 
Grafik okullarında, taş baskı, çinko baskı okutulur da nedense SU BASKI (ebru) okutulmaz. 
Barış Manço diyor ki şarkıda; su üstüne yazsam kalır mı? Kalır !!! Nasıl kalır? Eğer AKILLARA İZ BIRAKMIŞSA KALIR !
Neymiş? Karikatür önce yüzeye iz bırakacak... sonra akıllara...
-------
Yüzeye iz bırakma eylemine KARİKATÜRÜN ÇİZİM TEKNİKLERİ, akıllara zihinlere, hafızaya, belleğe iz bırakma eylemine de KARİKATÜRÜN ESPRİSİ (Zeka pırıltısı, Buluş gücü, yaratıcı düşüncesi vs.) diyoruz.
Şimdi Köksal diyor ki;
1-Zemine iz bırakma açısından (karikatürün çizim, boyama vs tarzı bakımından) bu eserler karikatür eseri gibi gözükmüyor, (bir başka iz bırakma tekniği kullanılmış gibi demek istiyor)
2-Kafaya, akıla, zihine iz bırakma değeri açısından da yaratıcı düşünce, mizah, hiciv, nükte, alay, kinaye sanatları bakımından da beni etkilemedi, aklımda iz bırakmadı diyor.
ŞİMDİ LÜTFEN bu yazdıklarım açısından Kösal Çiftçi'nin sorgulamasını yeniden düşünelim... Görüşlerinizi bildiriniz.
Ben yazımın ikinci bölümünü ondan sonra yazacağım. (Bu grubu şimdi daha çok sevdim, teşekkürler Köksal, teşekkürler Akdağ Saydut)
Saygılar, sevgiler...Faruk Cagla <
fcagla@gmail.com >04 Haziran 2009 Perşembe 00:27

Neyi Amaçliyorsunuz ve Ne İçin Çiziyorsunuz ?.. 

 
İSMAİL DOĞAN Selamlar,Faruk çagla arkadasin yazisinda bana ait “Hilal li ve çekiçli “ olan bir çalismamdan bahsediyor yanilmiyorsam..
Bu konudaki yapici düsünce alisverislerinizi ilgi ile okuyorum ve çok ögretici buluyorum., faruk arkadasin yazisinda benim “bulus”umdan söz konusu oldugu için bir iki kelime de eklemek istedim..;
Çok Haklisiniz Faruk !...Ben reklamcilik ve grafikerlik alaninda çalismis biri olarak gazete ve basinda çizdiklerimin çogunda bu aldigim egitimin etkileri çizgilerime yansimakta...çalismami istediginiz gibi adlandirabilirsiniz ..karikatür illustrasyon, afis vs..
Benim için de önemli olan ustamiz Oguz Aral’in dedigi gibi neyi amaçliyorsunuz ve ne için çiziyorsunuz ?..
Saygilarimla,Ismail DOGAN< dogan.ismail@telenet.be >04 Haziran 2009 Perşembe 22:47

Karikatür ve espri üzerine...

FARUK ÇAĞLA İsmail Doğan kardeş,
Yazımın henüz ikinci bölümünü yayınlamadım.
Ama cevap verdiğini de sevinerek gördüm, bu da yazımın ilgiyle okunduğunu gösterir.
Yazımın ikinci bölümünü gelecek tepkileri de göz önünde tutarak yazacağımı söylemiştim.
Ama bu demek değil ki esen rüzgara göre yön değiştireceğim.
Amacım düşünce rüzgarları yaratıp fikir alışverişinden hakikat şimşeği doğurmak. Veya bunun oluşmasına katkıda bulunmak.
Dikkat edersen Yurdagün abinin düşüncesine yüzde 5 ile rezerv koyuyorum, bunu da sonra yazacağım demiştim.
Ve dikkat edersen sık sık reklamcı ve grafikçi veya görsel iletişim tasarımcısı deyimleri ile MESAJ vermek, iz bırakmak, 
karikatür çizim teknikleri vs. ile karikatür salt ve yalın çizgiden başka nasıl ve ne teknikle çizilirse karikatür olur, veya olmaz konusuna doğru adım adım geliyordum.
Kısaca, Madem ki grafik kökenlisin, bilirsin ki bu konu gerçekten doktora tezi tezi kadar önemli, çok yönlüdür ve sanat disiplinleri arasında engin bir bilgiyle gezinmeyi, kıyas yapmayı , analiz becerisi ve sentez olgunluğunu gerektirir.
Zaten Köksal Çiftçi de kesin bir yargı belirtmemiş, "sanki" demiştir, "gibi geldi" demiştir.
Karikatür bir görsel iletişim sanatı ise ve mesaj veriyorsa ve bir hedef kitle gözetiyorsa; nereye kadar desendir, nereye kadar illüstrasyondur, nereye kadar grafik eserdir? Fotoğraf ile de karikatür yapmak mümkün müdür gibi konuları tartışmamız gerekir.
Bu konuda müsterih ol, yukarıda yazdıklarımın ışığında bilgi ve tecrübelerim yettiği kadar bu konuya bilimsel ve tarafsız yaklaşacağımdan emin olabilirsin.
Benim amacım üzüm yemektir, bağcı dövmek değildir. Kişisel husumetlerle bilimsel makale adı altında saçma sapan anlaşılmaz yazılar yazma gülünçlüğüne düşmem. 
Senin Türk bayrağı esprindeki BULUŞ ( ki değerli dostum Avni Odabaşı da islami duyarlılıkla değil, daha uygun gördüğü için BULUŞ kelimesini tercih eder ve bir karikatüre baktığında "bu karikatür zayıf çünkü BULUŞ yok" der, veya "bu karikatür iyi çünkü BULUŞ var" der) bir özlemi, bir hedefi işaret etmesi bakımından çok güzeldir, çok yerindedir. 
İşte o BULUŞ'un hangi üretim tekniği ile resmedildiği yani o ÖZ'ün hangi BİÇİM ile görsel mesaj haline dönüştürüldüğü konusu burada önem kazanmaktadır.
Zaten Köksal Çiftçi de "ödül alan eserler hem BİÇİM olarak karikatüre uygun değil, hem de BULUŞ olarak espri değeri yok gibime geldi, acaba öyle mi?" diye çok önemli bir tartışma başlatmıştır.
Yani iki bakımdan da eleştirmiştir.Yani hem biçim/öz olarak yani hangi disipline ait olduğu konusu üzerindeki rezervlerini belirtmiştir.
Şimdi madem ki yazacağım yazının ikinci bölümünden önce bu yazıyı yazmaya mecbur edildim; ve madem ki senin eserin de bence Köksal'ın sözünü ettiği eserlerin kategorisine yakın gibi duruyor, ve madem ki çekiçli Türk bayrağı eserini bir kez daha gönderdin ve madem ki karikatür mü afiş mi konusunu tekrar gündeme getirmiş olduk, şöyle bir önerim ve sorum var;
Bu eserinin aynısını bir kişinin elindeki bir sopada bayrağı biraz daha dalgalanan tarzda yapıp, kişinin arkasında da kalabalıkları perspektifte küçülen halde çizseydin yine onların elinde de aynı çekiçli bayraklardan bir kaç tane verseydin, bu çekiçli bayrak ESERİN daha çok karikatür olur muydu olmaz mıydı?
İtiraz olarak; şöyle bir cevap verilebilir, "öyle yapsaydım kalabalıkların öyle bir talebi var şeklinde anlaşılırdı oysa ben olup bitmiş, ve artık böyle bir Türkiye olmuş halini anlatmak istiyorum...Ayrıca yürüyüş ve eyleme teşvik değil amacım"
O halde bu bayrağı bir devlet adamının makam odasında adamın arkasına as, niye tek başına bayrağı koyuyorsun ki?
( Allahını seven aşağıdaki linke gitsin; 
www.farukcagla.com/devam2.htm  
ve 9-10-11 Şubat 1986 tarihinde Braunschweig-Federal Almanya'da yazdığım KARİKATÜR, RESİM ve GRAFİK SANATLARIN İLİŞKİLERİ başlıklı yazımı okusun. Bu konuyla direkt bağlantılıdır. Orada aynı esprinin hem Oğuz Aral hem Turhan Selçuk hem Tan Oral stiliyle nasıl çizildiğini, aynı esprinin afiş olmuş, resim olmuş, illüstrasyon olmuş halini göreceksiz... Taa 1986'da yazılmış, değeri anlaşılmamış bir yazıdır...Aynı şeyleri burada bir daha yazmak istemiyorum.)
Şimdi bu yukarıda senin bayrak eserin ile ilgili yazdıklarımın hangisi karikatürdür, hangisi resimdir, hangisi poster veya grafik eserdir? Ya da benim dediğim gibi olursa alışıldık-bilindik karikatüre daha yakın olur mu?
Ya da artık karikatürün alışılmış kalıpların dışına çıkması gerekli hale geldi mi, Köksal'ın eleştirdiği eserlerin jurisi bu kalıplarını dışına çıkmalı diyerek mi o eserleri seçti? Yani artık gelişen teknoloji ve görsel teknikler geleneksel karikatür üretim tekniklerini zorluyor ve değiştiriyor mu????
Peki öyleyse bu alışılmış-klasik karikatür anlayışının ne kadar dışına çıkılmalıdır, çok çıkarsan artık karikatür karikatür olmaktan çıkar mı?
İşte GÖRSEL iletişim sanatlarındaki BİÇİM'in ÖZÜ BASTIRIP öne çıkması, BİÇİMin AVANGART (öncü) olması, burada gündeme geliyor. Hatta biçimin biçim değiştirmesi gündemdedir. Biçim değiştiren biçim, özü de değiştirmekte midir? 
Ana sorunsal bu mudur?
Gelecek yazımda bunu gündeme getirecektim....Zaten bu nedenle ilk yazımda ancak iyi grafikçilerin bileceği ideogram ve ideography konularına şöyle bir dokunup geçtim.
Dediğim gibi konu derindir.Doktora tezi mahiyetindedir.
Bu yazımı bir ara yazı olarak değerlendiriniz Kısmet olur ve fırsat bulur da yazımın ikinci bölümünü yazarsam bu ara yazımdan da alıntı yapacağım, bu artık şart oldu...
Köksal Çiftçi'nin işaret ettiği İslam toplumlarındaki resim yasağı konusu ise benim uzmanlık alanım değildir. Bu konuda özel bir araştırmam yoktur.Ben sadece hocalarımdan öğrendiklerimi nakledebilirim, gördüklerimi duyduklarıımı anlatırım. Ama kesinlikle kaynak belirterek konuşurum.
Mesela rahmetli hocam Osman Zeki Çakaloz demişti ki; "Osmanlı'da minyatür yapan sanatçılar yaptıkları minyatürün altna attıkları imzalarda günahkar Levni gibi adlarının önüne günahkar sıfatını koyarlardı." Yani resim yaptıkları için günaha girmişlerse af edilsin diyerek. Öyle bir gelenek varmış.
Bir de perspektifsiz, cansız ve soluk resmetmeye özen gösterirlermiş, bunu da şöyle bir beyitle formül haline getirmişler; "kafasını kes ki cansız gözüksünler, gayret et ki çiçeklere benzesinler." Süsleme sanatlarının özel olarak gelişmesinin de bir nedeni buymuş.
Fakat o sırada aklıma UYGUR ve Uzak Asya minyatürleri geldi, derste elimi kaldırıp sordum, "hocam Uygurlar ve Asya toplumları müslüman değildi, orada resim yasağı yoktu peki orada niye minyatür var?" demiştim ki, zil çaldı, ders bitti bizim soru da güme gitti. O gün bu gün 25 yıldır bunun cevabını bir bilen söylese de bilsem derim, ama araştırma şansım olmadı.
Son yıllarda toplumumuzda etkisi daha da hissedilen İslami duyarlığı veya İslam adına hareket ettiklerini söyleyen bazı tarikat ve cemaatlerin artan etkisini ben bizzat gördüm ve onların içinde bizzat 3-4 yıl kadar yaşadım ve çalıştım. Onların açtığı reklam ajansında art direktörlük yaptım ve on kişilerin en kültürlerinen biri de yanımda reklam yazarı olarak çalıştı ve diyebilirim ki yanımda edindiği reklamcılık bilgileriyle bu gün Arap sermayeli büyük bir bankanın reklam müdürü oldu. (dikkat edin İslam demiyorum-Arap diyorum).
İşte o cemaatin içindeyken ve yaptığım grafik tasarımlarla ilgili "yaratıcılık şudur, yaratıcı fikir budur" deyip dururken onlar bu kelimeyi kullanmamam gerektiğini, bu kelimenin yanlış olduğunu çok kibarca bana anlatıyorlar fakat benden de vaz geçemiyorlardı. Orada tanıdığım Mehmet Turuncu adında bir yönetici vardı, yıllar sonra görüştüğümüzde bana dedi ki; "Faruk abi bizim çıkardığımız günlük gazetede bir arkadaş çalışıyordu, o da senin gibi yaratıcılıktan filan söz ediyordu bir de bize dikleniyordu, siz cahilsiniz diyordu, bizi küçük görüyordu, çok ters bir karakteri vardı, az daha dövecektik onu. Sonunda çıkardık da kurtulduk. Yoksa başımız belaya girecekti.Senin bize saygın vardı, bak seninle halen dostuz."
Ben bizzat yaşadıklarımı ve gördüklerimi ifade ediyorum. Mesela "Hepimiz ermeniyiz, hepimiz Hırantız" sloganı Almanyada tepki çekmez ve bu slogan Almanya için kitle iletişimi bakımından doğrudur, ama Türkiye gibi son yıllarda milli ve dini hassasiyetin bilerek yükseltildiği bir toplumda siz iletişimci olarak bu sloganı kullanmadan önce kılı kırk yararak üzerinde bir çok kez düşünmeniz gerekir. Birileri çıkıp "ben Ermeni filan değilim" deyiverir sonra güzelim kampanya sabote edilir. Bir iletişimci her ihtimali düşünmeli. O nedenle Coca-cola uluslararası alanda genel kabul gören buz ayılarının coca-cola içmesini anlatan reklam filmlerini her ülkede korkusuzca yayınlattığı gibi, bununla da yetinmeyerek ayrıca her ülkenin özelliklerine uygun sadece o ülkenin hedef kitlesi için reklam filmleri yaptırmaktadır.
Şimdi tekrar İsmail Doğan kardeşime dönersem, İsmailcim senin dediğin Oğuz Aralın sözü neyi amaçlıyorsunuz, ne için çiziyorsunuz sözü HEDEF KİTLEyi işaret etmesi veya SANAT-İDEOLOJİ birlikteliğine işaret etmesi bakımından elbette doğrudur. Ama atladığın veya göremediğin bir nokta daha var: O da NASIL ÇİZİYORSUN maddesidir.
Oğuz Aral sanat karikatürüne eleştirel yaklaşırdı, illüstasyona kaçan karikatürler için kafalarda İZ BIRAKMIŞ; "gereksiz taramalar" deyimi onundu! Rahmetli; resim gibi, afiş gibi değil, karikatür gibi karikatüre sıcak bakardı ve yarışmalar konusuna da hep eleştirel yaklaşmıştır.
Yani senin çekiçli bayrak eserini olduğu gibi alıp da kullanır mıydı? Bunu bir düşün lütfen. 
İşte tekrar ilk yazıma dönersem orada dedim ki;
1-Hangi sanat disiplini içinde olduğu (Karikatür/Grafik/ Resim vs)
2-Öz-Biçim ilişkisi (mesaj dili, anlatım dili- Hangi öz'ün hangi biçimle anlatılabildiği, hangi biçim in hangi öze yatkın oluşu)
3-Hedef Kitle (işte Oğuz Aral'ın ve tüm reklam-iletişim-sinema-multi medya-siyaset uzmanlarının hedef aldığı müşteri kesimi-halkın her hangi bir dilimi veya bütünü)
Hedef kitle büyürse sanatçı (veya propagandistin) işi de zorlaşır. İşçi sınıfı için yapılan bir eser ile patron ilgilenmeyebilir, bebek maması için yapılan eserle çocuksuz kadınlar ilgilenmeyebilir. Ama tüm halk için verilecek mesajlar her türlü eğitim-kültür ve sosyal statüdeki insanları kucaklayacağı için yaratılması, bulunması veya oluşturulması çok daha zordur ve ülkemizdeki siyasi parti liderleri ne yazık kı bu konuda eğitimli değillerdir, danışmanları da bu konuda donanımlı değildir. Çünkü onlar; sanattan , sanatçıdan ve iletişimciden istifade etmesini bilmemektedirler.
Cahil patron ve iş adamları da öyledir, reklamcıya yön vermeye kalkarlar. (para veriyorum dediğimi yap mantığı). Konuyu dağıtmayayım.
Ben sanıyorum ki senin bayrak eserin Gır-gır dergisi veya o stildeki yayın organları veya karikatür anlayışı için uygun değildir.(Yine de Gır-Gır'ın şimdiki yöneticileri daha iyi bilir.)
Ama dediğim gibi bayrağı insan figürü ile harmonize edersen klasik karikatüre yakın olacaktır.
Yukarıda saydığım 3 madde ise birbiriyle kopuk değil, dinamik bir bağlantı içindedir. Mesela senin bayrak eserin Türkiye'nin siyasi geleceği konulu afiş yarışmasında derece alır ve kimse bir şey diyemez. Ama Türkiye'nin siyasi geleceği konulu karikatür yarışmasında derece alırsa.... "Espri güzel ama hani karikatür nerede?" diyenler çıkabilir. İşte bunu diyenler de grafik hedef kitlesinin içindeki kişiler olarak değil; karikatür hedef kitlesinin içindeki kişi olarak veya onlar adına endişelerini belirtmektedirler. 
Mesaj dili; figüratif değil sembolik anlatım, 
Sanat disiplini: grafik sanatlar ve afiş,
Hedef kitlesi: piktogram ve ideogram algılamaya alışkın eğitimli kişiler... (mesela dergi okuru değil billboard okuru)
Olarak kodlanabilecek olan bu eserde irony, hiciv, yergi, humor, taşlama, alay, satire, gülmece vs gibi karikatürün doğuşundaki karikatürü karikatür yapan ilk özellikler olmadığı için veya minimal düzeyde olduğu için ben senin bu eserine AFİŞ/POSTER/BİLLBOARD/GRAFİK ESER nitelemesini yaptım. 
Gerekçesi ve ispatı da bu yazdıklarımdır.Elbette kişisel fikirlerimdir. Hakaret ve aşağılama içermez. İyi niyetle ve sanat/bilim kuralları endişesi ile yazılmıştır. Kişisel husumet amacı taşımamaktadır.
Bende HER ŞEY GEREKÇELİ ve İSPATLIDIR.
Saygılarımla.Faruk CAGLA<
fcagla@gmail.com >05 Haziran 2009 Cuma 16:32 

Herşey Gerekçeli ve İspatlı... 

Yahu Faruk yazdigim her harfin karsiligina ellibin görüs katmissin..
İSMAİL DOĞAN Ben bu isler için senin gibi öyle engin bir bilgiyle gezinmeyi, kıyas yapmanız , analiz becerisi ve sentez olgunluğuna daha erismedim..PARDON !..
Ben ne hissediyorsam onu çizerim ve arkasindan kalkip bu karikatür oldumu yoksa afis vs oldu mu diye kafa yormam..inancim dogrulltusunda sezgilerimle çizerim..begenir ve begenmezsin..ama onunda alicisi var .Bu isten de bir kariyer beklentim yok benim..
Ben oraya çekici koymamin sebebi, Türkiye olarak iscilerimize bayragimiza gösterdigimiz sayginligi isçilerimize göstermek buna 
ilgiyi çekmek hele bir de bu 1 Mayis isçi sinifinin bayrami içinse daha da anlam kazaniyor benim için..ve sosyalist bir Türkiye özlemiyle çizilmistir..
Bir aralar yanilmiyorsam Selçuk Demirel’in de benzer bir bayrakli çizgisinde hilal’e basörtü bagini eklemisti !.. o çizgisi de Fransa da büyük basin organlarinda yayinlanmisti.. Karikatür mü afis miydi yoksa o da ? Önemli mi acaba? Mesaj hedefine ulasmismiydi , önemlisi budur benim için afedersiniz diskiyla bile çizilebilir yeter ki çiz !!!
Beni hiç irgalamaz o çizgim söyle degil de böyle olsaymis sorulari sormam kendime çünkü onu ben öyle çiizmek istedim o benligimdir ..vermek istedigim mesaji verdim ben..gerisi umrumda bile degil..çizgilerimi sizlere begendirmek için degil, topluma olan sorumlulugumdur bana çizdiren..
Ayrica konusmaktan çok çizerek ögrenmeyi tercih ederim..
Sizde “ HERŞEY GEREKÇELI ve İSPATLI “. olabilir..ama ben sizin kadar birseyleri ispatlamakla ugrasmiyorum..Kendimin ne olup ne olmadigimi da iyi biliyorum..gene de
her seye ragmen , ögrendikçe sizin kadar kendimden emin olamiyorum nedense..görüslerinize ve cevabiniza tesekkür ederek bu konuda kendi adima son noktayi koyuyorum..
sevgiler Ismail DOGAN<
dogan.ismail@telenet.be >05 Haziran 2009 Cuma 21:10

Karikatür İllustrasyona Kayınca Daha mı Değerli Olur?..

karikatür yarışmaları konusunda yazılan-çizilen bir çok düşüncenin nesnel mi öznel mi olduğunu anlamak aslında zor değil..genellikle karikatür yarışmaları tartışmalarını yarışmadan önce-yarışma sonuçlandıktan sonra diye iki kategoriye ayırmakta mümkün..bunun yanında başka kategoribaşlıkları da düşünülebilir..örneğin internet çağından önceki karikatür yarışmaları..internet çağından sonraki karikatür yarışmaları..internetten önceki yarışma tartışmaları ile bugün arasında hayli farklılıklar var..bunun getirdiği uyum sorunları da var..bugün dijital karikatürle fotokopinin farkını bilmeyen çizerler var..acı ama böyle..

OĞUZ GÜREL

her çizerin teknoloji delisi olması gerekmiyor ama bazı temel kavramları da bilmek alfabe kadar önemli..
günümüzde karikatür oscarı diye nitelenen aydın doğan vakfı yarışması etrafında konuşulanları duyunca bunları yazma gereği duydum..kürşat zaman ın karikatüründen önce esas tartışılması gereken şudur..''karikatür illustrasyona kayınca daha mı değerli oluyor ''..yani illustrasyon hatta yer yer afiş diyebileceğimiz çalışmaların ödüllendirilmesi acaba karikatürde yeni bir açılım mıdır..? bu yöneliş karikatür sanatı için yeni ufukları mı müjdeliyor..günümüz moda deyimle trend bu mudur ?..yarışma sonuçlarından önce bunun ele alınması daha doğrudur..bunun dışında bir karikatür yarışmasında üçüncülük ödülünün ikiden vazgeçtik üçe bölünmesi de karikatürde yeni ufukları mı müjdeliyor?.
üçe bölünen ödülü alan her üç çizer ne ödülü kazandığı sorulduğunda yüzde ''34.5 mi'' diyecektir..4000 e yakın eser arasında 
üçüncülüğün üçe bölünmesi de karikatürde yeni ufukları mı müjdeliyor ?..
dolayısıyla kürşat zaman ın eserinin karikatür olup olmadığı çizgi içerip içermediğinden çok daha temel konuların ele alınması daha doğru olur..ama en başta da dediğim gibi çizerlerin yanıtlaması gereken temel sorulardan biri de şudur ..'' karikatür illustrasyona yaklaştıkça daha mı değerli olur ''..illustrasyona doğru kayınca buna sanatlararası ilişki mi demek zorundayız..yoksa başka bir şey mi ?..bir afişin ya da illustrasyonun karikatür ödülü aldığına tanık oluyoruz..ama bir karikatürün afiş ödülü aldığına pek rastlamıyoruz..karikatürün alanının daha geniş boyutlara taşınması ve karikatürün ufkunu açacak her türlü yeniliklerin öncelikle karikatürden kopmadan yapılması gerekiyor..
Oguz Gürel <
oguzgurel@superonline.com >05 Haziran 2009 Cuma 10:17

Yarışma Belli Günde ve Belli Bir Yerde Saat Sınırı ile Yapılsın...

  Sayın arkadaşlar, yarışma karikatürleri ile ilgili düşüncelerimi özetlemek istiyorum.Geçen yıl bir yarışma albümünü incelerken, siyah-beyaz tek çizimin bana ait olduğunu gördüm.Her çizer, boyama konusunda birbiriyle yarışmış, aferin...Yarışmalar için bir önerim var; yarışma belli günde ve belli bir yerde saat sınırı ile yapılsın, teknik vs.serbest olsun (;çay-sigara ve müzik dinlemek de) dileyen dilediği gibi ve o anda açıklanacak belirli konuda çizsin.yarışma ancak böyle olur inancındayım...saygılar.levent dağaşan;izmir
Levent Dagasan <
leventdagasan@hotmail.com >03 Haziran 2009 Çarşamba 23:40

"Yaratıcılık Üzerine" -1

İslâm toplumlarında bilim ve sanatın ileri olduğu dönemler yaşanmıştır. Bunlar, hükümdarların koruması ve gözetiminde, bilim ve sanat üzerine çalışanları koruyucu nitelikteydi. Bu çalışmalar, bilim ve sanat alanında gelişmeyi sağlıyor, devleti güçlendiriyor, çağının diğer devletlerine nam salıyor ve böylesine güçlü ve "akıllı" bir devletin vatandaşları da, refah içinde yaşıyorlardı. Bayındırlık hizmetleri ve özellikle hayırhah bir anlayıştan kaynaklanan yapı işleri (mimarlık gibi) bilim ve sanata değer verilen bu İslâm toplumlarında ileri düzeylere gelebildi. Bugün Mimar Sinan veya benzeri üstadların eserlerine gıpta ile bakıyorsak, arkasında, bir zamanların bu toplumsal desteğinin de payı
LEVENT ELPEN

vardır. 
Gelgelelim, bilim ve sanatta ilerleme, yine bizzat bu gelişen refah toplumu yüzünden, zamanla engellenmeye başlandı. Toplumsal gelişimin diyalektiğinin dramatik bir sonucudur İslâm toplumlarıının gerilemesi... Refah içinde yüzen toplum, giderek tüketicilikten başka işe yaramaz olmuş, kültürel gelişme ve ilerleme unutulmuş, okumak, öğrenmek ve sorgulamak yerine dikte edilenle yetinmek geçer akçe olmuştu. Kısaca berbat bir "ekonomizm" her tarafa sirayet etmişti. Bu gerilemeye müsait ortam, 
bir takım grupların din adına ahkâm kesmesine ve bilim-sanat işlerine karışmasına yol açmıştı. 
Tophane'deki, Mevlânâ Takiyüddin'in meşhur rasathanesi, o zamanın şartlarında, dünyanın en büyük rasathanelerinden biriydi. Yıldızlara ilişkin önemli gözlemler yapılıyordu. Bu rasathanenin çalışmalarını ayrıntılarıyla gösteren minyatürler, Topkapı Sarayı Kütüphanesi'ndedir. 
Fakat bu bilimsel gösteri, kısa sürdü. Bilim adamlarının halk üzerindeki etkilerini sileceğini düşünen bu din adına ahkâm kesen gerici grup, 1580'de İstanbul'da yayılan bir veba salgınını gerekçe göstererek, Mevlânâ'nın rasathanesine karşı kışkırtma kampanyasına başladı. Kampanya, saraya kadar ulaştı. Nasıl olduysa oldu, "veba"dan "rasathaneyi sorumlu tutan" bir fetva alındı ve rasathane, denizden, savaş gemileri (kalyonlar) tarafından topa tutularak, yerle bir edildi. 
Rasathanenin yıkılması, vebayı durdurmuş mudur, bilinmez (!) ama olan bir kere olmuştu... Gericilik, hızla, dönemin bilim ve sanat merkezleri olan medreselere yayıldı. Felsefe dersleri kaldırıldı, matematik ve fizik başta olmak üzere, bir çok ders, önemsiz tekrarlara ve ezbere indirgendi, eğitimin içi boşaltıldı. Koçi Bey, Dördüncü Murad'a sunduğu meşhur "Risâle"sinde, medreselerdeki bu yozlaşmayı ayrıntısıyla anlatmıştır. Cinci Hoca'lar, Sivasîler ve daha bir çok din adına yasaklama getirmeye kalkan gruplar, dönemin siyaset şartlarında, saraya kadar giden çıkar ilişkileri ağı kurmayı başardılar. 
Bugün yaşadığımız sorunların temelinde, hâlâ bunların izlerini görüyoruz. Bilim ve sanattaki ilerlemeden kopmuş toplumun yaşadığı tarihî kırılma, bize her ilerleme ve atılım döneminde, sosyal depresyon olarak geri dönüyor. 
***
Bir "animatör" olarak çizgi filmcilik tanımlamaları yapmaya kalktığımda, karşıma bu tarihî kırılmayı yaşamış İslâm toplumuna kasıtlı olarak zerk edilmiş cehalet ve şartlanmadan kaynaklanan kalıplar çıktı. "Anima", Yunanca aslında "ruh" demekti ve "animasyon", "ruh üflemek" anlamına geliyordu. Yani kısaca, animasyonun, cansız bir şeye ruh üflemek, onu "canlandırmak" ile eşdeğer bir anlamı vardı. Bu eylemi gerçekleştiren kişi, antik toplumların anlayışı gereği, "tanrı" mertebesine erişiyordu. Ancak tek tanrılı dinler, bu "pagan" (çok tanrılı) geleneği yasakladığı için, "animasyon" yani ruh üflemek de kınanan ve günah olarak görülen bir eyleme dönüşmüştü. Antik dönemin pagan anlayışı yasaklansa da, sırf yasaklandığı için, içten içe tek tanrılı dine inanan toplumlarda var olmaya devam etti. "Ruh üflemeyen" ve "tanrı" mertebesine erişmeyen kişilerin yaptığı işler, bu pagan anlayışın izleriyle kavramlaştırıldığında, bu içten içe devamlılığın ne kadar etkili olduğunu görebiliyoruz. İşte, "animasyon" adı verilen sanatın kavramlaştırılmasında da bu, vardır. 
Bu kavramlaştırma ve içeriği anlatma meselesi, en çok, animasyon kelimesinin tam Türkçe karşılığını ifade ederken karşıma çıkıyor: "Canlandırma"... Haydi bakalım, nasıl "canlandırma" yaptığını anlat...Neyi, nasıl canlandırıyorsun? Yoksa Allah'a ortak mı koşuyorsun?
Elbette değil! Bu "yaratıcı" kelimesinden "öcü" gibi korkan (!) İslâm toplumunda, "yaratıcı" kelimesini de, "canlandırmacı" kelimesini de, hiç çekinmeden, üstüne basa basa kullanıyorum. Kullanırken de, tepki gösterenlere veya tepki gösterecek olanlara, sebebini gayet "açık" olarak anlatıyorum: Ben, cansız bir varlığı canlandırmıyorum, ona ruh vermiyorum, zaten cansız olan varlıkları, yine cansız varlıklar diizisi olan "hareketli resimler"e dönüştürüyorum, o kadar! Evet, bu anlamda "yaratıcı"yım ama bir canlının değil! Bunu, istesem de yapamam...
Bugüne kadar, bu mantıklı açıklamama itiraz eden, aşırı tepki gösteren, hiç bir "İslâm toplumu" mensubuna rastlamadım. Çünkü bu toplum, "mecazî anlam"ın ne olduğunu biliyor. Çünkü tarihî kırılma öncesi kültürün izleri, alttan alta sürüyor. 
Levent Elpen <
leventelpen@gmail.com >04 Haziran 2009 Perşembe 16:11 (Devam edecek)

Doğu ve "yaratıcı"lık

Sevgili Levent Elpen İslam toplumlarında bilim ve sanatın ileri olduğu dönemlerden sözediyor.
Bundan kastının ne olduğu tam açık değil. 
Örneğin, İslam'ın doğduğu yer olmasına karşın Arabistan'da şiir dışında sanat yapılmamıştır. Bilim ise bu bölge insanının tarih boyunca duymadığı bir şeydir. Sanat konusunda asıl övgüyü hakeden belki Farslar'dır.

KÖKSAL ÇİFTÇİ

Onlarda da bilim ayağı ciddi olarak eksiktir. Oysa Hindistan, Çin ve İran'ın kuzeyinde kalan ülkelerin tümünde hem sanat, hem de kültür oldukça yüksektir. 
Kuzeyde kim yaşar? 
Sibirya ve Kuzey Çin kökenli kavimler ve Türkler. Sanat ve bilimin yükünü bu böyge kavimleri üstlenmiştir. İslam olmayanları atarsanız, geriye ağırlıklı olarak Türkler kalır. İslam bilginleri diye adlandırılan insanlar bu kavmin insanlarıdır. Birkaç ad verelim: Büyük hadis uzmanı Buhari Buhara doğumludur, kanun çalgısını ve ilk notalamayı bulan Farabi Farab'lıdır; İbni Sina, Takuyiddin, hadisçi Müslim, Cabir, Ebu Hanife, Taberi, İbnül Esir, İbn Kesir vb. Türk'tür. (Doğrulamak için bak: Orta Asya'da İslamiyet'in Yayılışı ve Türkler/Zekeriya Kitapçı) Pusulanın ve kağıdın (ünlü
Günü Semerkand Kağıdı) bulunuşu da onlara aittir. 
Peki bu neden böyledir? Günümüzden 12 bin yıl önce buzullar eriyince Batı Avrupa, Kuzey Afrika, Arabistan, İran, Hindistan ve Çin gibi güney topraklarında iklim köklü değişikliğe uğradı. Buzul tamamen eridiğinden ortaya yeni bitki ve hayvan türleri çıktı. Bu olaya dek insanlar yaklaşık 1.5 milyon yıl hep paylaşımcı yaşamışlardı. Yani bulunan yiyecekler hep ortak tüketilmişti. Paylaşımcılık bölgede sorunsuz işliyordu. Bitkiler ve hayvanlar evcilleştirilmişti, besin boldu ve paylaşım sınırsızdı. 
Öte taraftan Ural, Sibirya, Altay ve Türkistan gibi kuzey toprakları eriyen buzullardan farklı etkilendiler. Kuzey Kutbuna bağlı kara buzulu yarım eridiğinden o topraklarda bozkırlar oluştu. Tarım güdük kaldı. Hayvancılık gelişti, yine de buzul hayvanlarının avlanması terkedilmedi. Burada da besin paylaşımı sınırsızdı ve 1.5 milyon yılki geleneğiyle sürüp gidiyordu.
8.200 yıl öncesine gelinince doğada beklenmedik bir şey oldu. 600 yıl süren bir Küçük Buzul geri geldi.
Bu buzul her iki bölgeyi farklı etkiledi: 
Batı Avrupa, Arabistan, İran, Çin gibi ülkeler tam anlamıyla aç kaldılar. Çünkü sıcak iklim hayvan ve bitkileri öldü. Buzul bitki ve hayvanyarı da buzullar gelince bir anda türeyememişlerdi. Bu onlarda huy değişikliğine yol açtı. Sıcak ortamda besin stoklamayı öğrenmişlerdi, kıtlık zamanında bunu anımsadılar ve buldukları besinleri buzul döneminde de saklamaya başladılar. Bu, paylaşımı terketmek, diğer insanların açlıktan ölmelerine seyirci kalmak demekti. Bu nedenle insanlar ilk kez besin için birbirine düşman oldu. Savaşlar ve insan öldürmeler başladı.
Kuzey'de, Ural, Sibirya, Altay vb. gibi ülkelerde bu küçük buzul fazla etkili olmadı. Buzul gelince kutba doğru çekilmiş kutup hayvanları aşağıya doğru indiler. Bu sayede insanlar besin paylaşma alışkanlıklarını terk etmediler. Aralarında savaş da olmadı.
Batı, Arap, Çin gibi ülkeler 7.600 yılında buzullar kalktığı halde bir daha paylaşım ilkesine dönmediler. Daha çok besin stoklamaya yöneldiler. Bu tek başına olacak iş değildi. Sorunu çözmek için güçsüz insanları tutsak edip çalıştırmaya başladılar. Bu, köleciliğin doğması demekti. Batı ve Güney Asya'da bu oyku salgın gibi yayılırken Kuzey ülkelerinde kölecilik yapılmadı.
Köleciler sanat ve kültür için ayrılan zamanı, işgücü kaybı olarak gördüklerinden bu yola sapanları öldürdüler. Kuzey ülkeleri ise tam tersine ortak paylaşımlı yaşadıklarından sanat ve kültüre oldukça fazla zaman ayırdılar.
Köleciler sanat ve kültür açıklarını bu Kuzey bölge insanlarını kiralayarak ya da baskınlar aracılığıyla esir alıp çalıştırarak giderdiler. Bir de teknoloji hırsızlıkları yaptılar. Örneğin, Gütenberg matbaayı ben buldum demişti. Biliyoruz ki Gütenberg'den 50 yıl önce Koreli sanatkarlar tek tek harfleri yan yana getirerek kitaplar basmışlar.
Bundan dolayıdır ki Arabistan'da şiir dışında bilim ve sanat etkinliği görülmemiştir ve İslam sanat ve kültüründen sözederken bu önemli ayrıma dikkat etmek gerekmektedir.
Bir başka konu ise 'Anima' kavramının kökenidir.
Doğrudur. Anima Yunanca kökenlidir. Bunu böyle biliriz; bilmeliyiz de.
Ne var ki bu sözcüğün kökeni de Kuzey ülkelerine aittir. Sözcük insanlığın köken dilinden yayılmıştır. Kölecilik Kuzey ülkeleriinde hemen hiç görülmediğinden köken dil o bölgelerde çok az bozulmaya uğramıştır. Bu bölge dillerinde 'an' hayvan demektir. İşi kendi bildiğimiz dil üstünden yürütürsek olayı daha kolay anlatabiliriz. Türkçe'deki insan kavramı 'ins' ve 'an' sözcüklerinin birleşiminden oluşur. İns, tanrı tarafından indirilmiş, an ise hayvan demektir. Toplu anlamı, 'tanrı tarafından hayvandan indirilen'dir. Asena bilindiği gibi Türklerin annesi sayılan dişi kurttur. As/an/a sözcüklerinden oluşur. As birinci, en tepedeki, an da hayvan demektir. Bu tür sözcüklerde sona a getirildiğinde hayvanın cinsiyeni söylenmiş olur. Asena, insanların ilk anası hayvan demek oluyor. Bu sanıldığı gibi Türkçe değil, ortak dilin Türkçe içinde bozulmadan kaldığının kanıtıdır. İngilizce hayvan an/imal dır. Erkek m/an, kadın ise wom/an olarak yazılır. Bu nedenle anima sözcüğünün gerçek kökeni tartışmalıdır.
Tek tanrılı dinler olarak sunulan Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık'ın özgün olmadığını, Kuzey ülkeleri ilk dinlerin kötü kopyası olduğunu 'Tek tanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu' adlı yayımlanmış incelememde kanıtlamaya çalıştım. Sanatta yaratıcık ve yasaklar tüm İslam kaynakları taranarak verilmiştir. İlgili olanların bir bakmasını öneririm.
Selamlarımla...Köksal Çiftçi<
koksalciftci@hotmail.com >05 Haziran 2009 Cuma 00:19

"çelişkiler" üzerine...

1- Espri, zaten zekânın belirtisidir. "Zekâsız" espri nasıl olabilir?
Her zekanın farklı boyutlarını tanımlayan “temel işlemleri” ya da özellikleri vardır. Sözel zekanın temel özellikleri şunlardır:
LEVENT ELPEN · Sözcüklerin sırasını ve anlamını anlayabilme (Anlam bilimi ve sözdizimi)
· Açıklama, öğretme ve öğrenme
· Sözcükler yoluyla espri yapma
· Bir işin akışında diğerlerini ikna edebilme (ikna edici konuşabilme ve yazabilme)
· Anımsayabilme ve çağrışım yapabilme
. Daha ayrıntılı dil analizleri yapabilme (dilin kendisiyle ilgili araştırmalar yapma)
Öğrenme yolu: Kelimelerle oynayarak, yazarak, okuyarak, konuşarak, mizahı kullanarak, ikna ederek öğrenme.
Bakınız:
www.egitimcihaber.net/inceleme/coklu-zeka-kurami-egitimcihaber.html 
2- Sanat disiplinleri, kesin kurallarla, birbirinden ayrılmaz biçimde, atomize olarak ortalıkta dolaşmaz. Birbirleri içinde çok çeşitli ve "girift" geçişler barındırırlar. 
Bakınız (sadece bir örnek): http://proetcontra.wordpress.com/category/disiplinler-arasi/
3- "Yaratıcı"lığın tepki çekmesi üzerine, toplumsal sistem tarafından daha kabul edilebilir yollar öneriliyor, "Buluş" yapmaktan söz ediliyor. Fakat, Hay bin köfte (!) "aynı anda, başka bir yerde" (Çelişkiye bakınız ki):
"SİZ SİSTEMDEKİ AKSAKLIKLARI ELEŞTİRMEK ve DÜZELTMEK YERİNE KABULLENİP ONA UYGUN DAVRANMAYI TERCİH EDİYOR ve BUNUN DOĞRULUĞUNU TEŞVİK EDİYORSUNUZ (..) SİSTEMDEN BESLENENLER SİSTEMİ ELEŞTİRMEZLER. ELEŞTİREMEZLER."
4- "Mehmet Sarı", kimdir, kendilerine "yaratıcılık"tan bahseden ve ikide bir diklenen, "az daha dövecekleri" ve "kovarak kurtuldukları" kişi, kimdir? 
Bu soruların cevapları, acaba, Üsküdar 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nde, 2009/ 27 dosya no.lu "Hakaret" davasında mı verilecektir?
Madem ki, ispat ve gerekçeler vardır, bunlar, nerededir?
5- İspat ve gerekçe mi dediniz, duyamadım:
"Kafam bozuldu, kafasına baston vuracak birini aradım ama Levente benzer biri yoktu ortalarda."
"Levent Avrupa Birliği fonları kokusu aldı, kendisi benim gibi işsiz, bu yüzden vaz geçmiyor bizden. Yağlı kuyruğu bırakmıyor..."
"...onun için kınayı hazır edin Levente"
"Kavgacı ve sinirli olduğum söyleniyor. Levent beyle işleri bu noktaya benim getirdiğim ima ediliyor."
"Herkese açık soru; havlayan ite sopa göstermeseydik, hiç oralı olmasaydık, bu davayı açmazdı, Faruk bey kaşındı diyenimiz var mıdıR ???"
"Bir başkan seçelim. Levent beyle uyumlu çalışacak biri olsun. Onunla "inatlaşmayan" ve onu "süpürmeyecek..."
Hiç bir hakaret içermeyen (!) bu yazılar, nerede yazılmış ve yayınlanmıştır?
L.E.Levent Elpen <
leventelpen@gmail.com >05 Haziran 2009 Cuma 20:59

"World Cartoons" Poll And Aydın Doğan 2009 Similars.. 

ERDOĞAN KARAYEL-HİCABİ DEMİRCİ-OĞUZ GÜREL-ÖMER ÇAM

Değerli karikatür dostları...
Düzenlediğimiz "world cartoons" anketimizde yönelttiğimiz sorular "perşembe'nin gelişinin "çarşambadan belli olduğu,, yönündeydi.
O nedenle "Aydın Doğan" yarışması sonuçları bizler için pek "sürpriz" olmadı.
"Karikatür", bırakın Türkiye’yi, dünyada bir tıkanma noktasına geldi.
Neredeyse, her karikatürün bir benzeri ortaya çıkıyor.
Biz bu benzerleri yayınlamaktan yorulduk..
Ancak öyle örnekler geliyor ki, kayıtsız kalabilmek zor..
"Espri konusunda bir tıkanma yaşanıyor dünyada.
Bu, "Amerika’yı yeniden keşfetmek değil" aslında.
Daha önceden de böyleydi sadece "internet" bu kadar yaygın değildi.
Günümüz yarışma şartnameleri “Internet olanakları” dikkate alınarak hazırlanmadığı için “benzer" örnekleri daha çok göreceğiz anlaşılan..
"Similer-benzer" karikatür tanımlamasını da artık "manipüle-uyarlama" olarak değiştirmek gerekiyor.
Bazı arkadaşlarımızın “para tuzağı" tanımlaması pek de haksız değil.
"Mimar" ve "müzisyen" gözüyle irdelenen(!?) karikatürü "karikatürcü" gözüyle irdelemeye ne zaman başlayacağımızı doğrusu çok merak ediyoruz.
Birkaç arkadaşımızın bu konudaki çalışmalarını övgüyle karşılamakla beraber, içimizden "karikaterörist"lerin de çıktığını görmek oldukça üzücü..
Geçtiğimiz haftalarda bir mizah bloğuna yollanan "adsız" yorumlarda isim ve hedef gözeterek yapılan yorumları utanç ve ibretle okuduk.
Adını yazmaktan aciz, hastalıklı saplantılarını en iğrenç ve kaba şekilde dile getiren bu kışı/kişilerin aynı camiadan olması, hatta yılların getirdiği dostlukları hiçe sayarak bu yakışıksız yorumları yapabilmesi, Türk karikatürünün neden tıkandığının da bir göstergesidir.
(Oysa bu kişiler Türk karikatürünün önünü donkısotun tıkadığını söyleyecek kadar pervasızca görüş belirtebilmekteler.
"ip" numarasından ve üslubundan bu kışı veya kişilerin
Saptanması pek de zor olmuyor asında.
Ama bizlerin düşüncesi bu "çizgi zorbaları”nı
açıkça deşifre etmektense "donkısot" un başarılarıyla pasifize etmektir.
Son çizdikleri "karikatürün tarihini" hatırlamayanlar
"karikatürün tarihini" nasıl yazmaya yeltenirler,
Bunu anlamak mümkün değil!
Saygılarımızla.Erdoğan karayel,Hicabı demirci,Oğuz gürel,Ömer Çam / 05 Haziran 2009 Cuma 17:52:48      
kaynak: donquichotte.at 

Nereye kadar grafik, nereye kadar karikatür

FARUK ÇAĞLA Değerli Arkadaşlar;
Karikatürcü dostum Sami Caner'den konuyla ilgili bir mektup özel mail adresime geldi.
Nereye kadar grafik, nereye kadar karikatür konusuna kendi ağzından yorumlar getirdiği ve konumuz ile direkt bağlantılı olduğu için, kendisinden de izin alarak mektubunu aynen aşağıya alıyorum.
Saygılar.F.Ç.       Faruk Cagla <fcagla@gmail.com>07 Haziran 2009 Pazar 14:44

Faruk Çağla'ya Mektuplar : 1

Değerli karikatürcü ve grafik sanatçısı, düşün adamı Faruk Çağla.
Şahsınıza sağlık ve umut dolu günler diliyorum.
Seninle bol köpüklü kahvelerimizi yudumlarken yaptığımız karikatür sohbetlerine, Arnavutköy´ün tüm kedileri tanıktır.
SAMİ CANER Sayın KAR`ın web sitesinde zihin açıcı yazını ilgiyle okudum.
Çok incelikli fikirlerinizi açarken, benim bir sözümü anımsatmanız, beni çok duygulandırdı. Tanımayanlar, beni ünlü Türk
büyüklerinden biri sanacak.
Karikatür dünyasında olup bitenleri yakından izliyorum. Gündemdeki konu, A.D. Yarışması. Eleştiriler Türk çizerlerinin
ön jüri tarafından elenmesi ve yine Türk çizerlerinin ödül alamadığı yönündeydi.
Sami 
Yarışmanın geçmişini iyi bilenler, bu yarışmada geçen yıllarda Türk çizerlerinin de ödül alabildiğini hatırlarlar.
Ön jüri ise problem değil. Bir yarışmanın jürisi iyi oluşmamışsa, ön jürisi yok diye övecek miyiz? A.D. yarışmasının
ön jürisi karikatürcülüğünden kuşku duyulmayacak kişilerden oluşmuyor mu?
Ben A.D. yarışmasında geçmiş yıllarda mansiyon ve ikincilik ödülü aldım. Bu nedenle bu eleştirilere katılmak beni çok
komik duruma düşürür. Bu eleştirileri yapanlar, gelecek yıllarda bu yarışmada ödül aldıklarında sanırım görüşleri değişecektir.
Sıra geldi güncel konuya: Bu yılın yarışmasında ikincilik ödülü verilen eser. 
Karikatürün en yalın tanımı: ÇİZGİ'yle MİZAH.
Bu eserde MİZAH yoktu. Peki, ÇİZGİ varmıydı?
Sevgili dostum. Sen bir grafik sanatçısı olarak bana katılacaksın sanırım: Kimi yarışmalarda grafik ürünlere, KARİKATÜR
diye bakılıyor. Yapanın karikatürcü olması ve karikatür yarışmasına gönderilmiş olması, bir grafik ürünü KARİKATÜR
yapmaz.
GRAFİK MİZAH ifadesi ile anlatılmak istenen bence şu: Karikatürün grafik sanat unsurları ile desteklenmesi. Ama 
asıl olan, yapılanın karikatür olması.
Benzer durum edebiyatta da var: Öykü ve mizah öyküsü. Bir öyküde yer yer mizah unsurları bulunabilir. Ama
bu, onu mizah öyküsü yapmaz. Mizah öyküsü, tamamiyle mizah altyapısı üzerine kurulur.
Son olarak şunu eklemeliyim: Ödül alan yapıtın çizerini eleştirmek YANLIŞ. Bir grafik sanat ürününe karikatür 
yarışmasında ödül vermek YANLIŞ. Hoşça kal.

"Bir grafik sanat ürününe karikatür yarışmasında ödül vermek YANLIŞ"

Değerli dostlar,
Sami Caner arkadaşımızın "Bir grafik sanat ürününe karikatür yarışmasında ödül vermek YANLIŞ" yargısını "Bir (ya da her) grafik sanat ürünü bir karikatür değildir" şeklinde okuyabilir miyiz?
Karikatür ile "görsel şaka" 
"Karikatür çizgi ve mizah bileşeni" ile yapılıyor. Peki, görsel malzemelerin her türü ile mizah yaparsak ona ne ad vereceğiz?
AKDAĞ SAYDUT Heykel karikatürlere ne demeli? 
Ya da mizahi fotoğraflar hangi kapsamda?
Bilgisayar kullanımı yaşamımıza girince, orada karşımıza çıkan görseller üzerinden mizah ürettiğimizde ne ad vereceğiz?
Karikatürü "grafik mizah" olarak tanımlayanlar yok mu?
Pek çok soru sormak mümkün.
"Her görsel şakanın karikatür olmadığı" ama bunların "mizah dolayısıyla gülme" içerdiğini genelleyebiliriz!
Yine de sorunu çözmemiz kolaylaşmıyor...
*****
"Görsel mizah" olanaklarının çeşitlendiği, hatta herkesin kendi şakasını günümüz teknolojilerini kullanarak görselleştirebildiği bir süreçte "Karikatür dünyasının daraldığı veya tıkandığı" savı anlaşılabilir. Ancak bu yargıya salt "yarışmalardaki karikatürler ve benzer karikatürlerin çokluğu" açısından bakarsak "gerçeği tam saptamamız" mümkün mü?
selam ve saygılar,Akdağ "Akdağ SAYDUT <akdags@superonline.com>07 Haziran 2009 Pazar 16:18

"Ben Bir Papatyayım" 

..karikatür, fotograf, siir ve müzik..Hepsini bir arada düsündügümde ortaya "BEN BiR PAPATYAYIM" adli videom cikti..12 Mart darbesinin 38. yilinda Facebook profilimde yayinlayinca cok ilgi gördü..Ve degerli Ahmet Nesin' de kaleme aldi..Paylasma geregi duydum..Cünkü mesaj vermek istedikten sonra hersey aractir ve malzemedir..Bu nedenle karikatürü cizgiyle sinirlayamayiz artik bu digital cagda:))) 
Selamlar..Sevgiler..Avni Odabasi-Karikatürist                                                                                           BUGÜN 12 MART, SANA BUNU ANLATMIŞ MIYDIM BABA?..
Son zamanlarda sana oldukça fıkra anlatmıştım, ama bunu anlatıp anlatmadığımı anımsamıyorum baba. Anlatmadıysam belki biraz üzüleceksin, ama yine de oradakilere anlatırsın artık. Belki kızanlar olur da buraya sürgün neyim ederler…
Allah melekleriyle dolaşmaya çıkmış, Amerika’nın üzerinden geçerlerken, “Burası neresi?” diye sorası gelmiş. Melekler şaşkın şaşkın birbirlerine bakıp, “Aman Rab’bim siz yarattınız, sanırım şaka yapıp bizi sınıyorsunuz…” deseler de Allah bilmediğinde inat etmiş. Amerika olduğunu söyleyince Allah da “Allah Allah, ne kadar da değişmiş!..” demiş. Tahmin ettiğin gibi Allah nereye gitse tanımıyor, melekler şaşkın, sınavda olduklarını sanıyor. Neyse derken Türkiye üzerine gelmişler ve Allah “Hah işte bildim, burası Türkiye…” demiş. Melekler daha beter şaşkın, “Aman yüce ulu hiçbiryeri bilemediniz de Türkiye’yi nasıl bildiniz?” demişler. Allah onlara şaşkın şaşkın bakmış bu kez ve “Nasıl bilmem, koduğum gibi duruyor.” demiş.
Evet baba, bugün 12 Mart. Darbenin ardından 38 yıl geçmiş, ama komik olan ne biliyor musun, biz burada hâlâ yapılmak istenip de yapılamammış, ancak daha yapılacak olanlar var mı diye tartışıp duruyoruz. 27 Mayıs darbesinden 49 yıl geçmiş ve hep aynı terane. Yani aynı yukarıdaki fıkra gibi babacığım, hâlâ darbe yapılabilir mi birileri, ABD darbeyi ne kadar destekler, İlhan Selçuk alışkanlıktan olsa gerek darbelerin içinde ne kadar var, darbe yapamayanlar yargılanırken, esas darbe yapanlar niye yargılanamıyor, Kenan Evren ve arkadaşlarına dava açılabilinir mi? Evet işte baba, aynı bıraktığın gibi.
Sabah bir arkadaşım Avni Odabaşı’nın 12 Mart’la ilgili bir karikatürünü ve klibini göndermiş. Klipte de Selda Bağcan’ın “Papatya” şarkısı fon olarak var. 3-4 kez arka arkaya dinledim gözlerim buğulanarak. Kendi kendime “Ne güzel yapmış Avni ve ne güzel söylemiş Selda…” diyordum ki birden durakaldım ve kendimi ve dönemimi sorgulamaya başladım. 
Evet çok güzel yapmış Avni Odabaşı, ama neyi yapmış ve beğendirmiş, bizleri ezip geçen faşizmi. Sadece Avni Odabaşı değil, hepimiz, Selda Uğur Mumcu’nun arkasından ne güzel ağıt yakmış, en iyi romanlardan biri Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı, Füruzan’ın “47’liler”i. En iyi İbrahim Kaypakkaya direnmiş işkenceye, Deniz Gezmiş idama ne kadar onurlu gitmiş, Can Yücel dimdik durmuş, 12 Eylül şiirlerini en iyi şu arkadaş yazmış, darbeleri ne güzel anlatmışlar filmlerde ve dizilerde…
Ne onurlu ölmüşüz, ne onurlu ölenleri yollamışız yada ne kadar sağlam olarak ölümü beklemişiz. Darbeler ne kadar içimize işlemiş ve benim şu anda yazdığım yazı dahil ne kadar güzel anlatmaya çalışıyoruz onları. Sanırım bu bir Vietnam sendromu baba, acısı hepimizden yavaş yavaş çıkıyor, ne 68’liler ne de 78’liler senin kadar yaşayamıyorlar mesela. Hepimiz sırayla kanserden neyimden teker teker gidiyoruz. Bu gidişle yanına erken geleceğim sanırım. Biz hep beraber 12’ler yada darbeler sendromu yaşıyoruz. 
Yaşıyoruz da babacığım bu sendrom bize çok pahalıya mal oluyor. Alışmışız ya askeri darbelere ve onları en iyi şekilde anlatmaya yada seslendirmeye, sivil bir darbe yaşanıyor şu anda Türkiye’de, işte bunu idrak edemedik henüz. Bir şeriat darbesi geliyor adım adım, ta Adnan Menderes döneminden başlatılan dine hoşgörü meyvelerini vermeye başladı baba. Başında asker olmayınca darbeyi darbeden saymıyor kimi solcularımız. Surat ifadenden onların kimler olduğunu anladığını biliyorum.,.
Hâlâ yüzde 2 olamadık baba, bırak ilerlemeyi, Atatürk’ün yaptığı devrimleri korumaya çalışıyoruz, alayımız o noktadayız. Şu anda devrimciliğin adı bu, küçümsediğim için söylemiyorum, ama bir adım atamıyoruz, yenilerini yapamıyoruz. Çok ciddi bir darbenin içindeyiz, herkes şaşkın, kim kimi ne için desteklediğini bilmiyor. 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün bugünden daha iyi olduğu yazılmaya başlandı, düşünebiliyor musun içinde bulunduğumuz felaketi. Bir ay içinde, Amerikalı bir danışmanın, Dışişleri Bakanı’nın ve Başkanı’nın Türkiye gelmesini Türkiye için onur olduğunu yazan salakların içinde kaldık baba.
Bugün 12 Mart baba, biz hâlâ bizi nasıl öldürdüklerini, işkenceden geçirdiklerin, karılarımıza tecavüz ettiklerini, bok yedirdiklerini, elektrikle erkekliklerimizi nasıl yok ettiklerini daha güzel anlatmaya çalışıyoruz. Ve ben de dahil bunları beğeniyoruz, yaşadığımız acıları nasıl daha güzel anlatırız diye çabalıyoruz. Bu ciddi bir darbe sendromu baba ve gittikçe ağırlaşıyor, ama içinde bulunduğumuz sivil darbeyi anlatamıyoruz.
Hatta fıkradakinden de beter sanki, ilk konulduğunda sanırım bu topraklarda yaşayanlar daha medeniymiş diye düşünmeye başladım, biz konulduğumuzdan da geriye gidiyoruz. Seni çok özledim, ama erken gelmeye niyetim yok yanına, ancak darbe sendromu bunu hızlandırıyor baba, zaman darbelere çalışıyor. Bana orada darbe gibi şeylerin olup olmadığını yaz, arkadaşlara söyleyeyim de ona göre hazırlıklı gelelim. 
Son Güncelleme: Pazar, 15 Mart 2009 14:37 
Kaynak:
http://www.ahmetnesin.com/index.php?option=com_content&view=article&id=83:ahmet-nesn&catid=1:son-haberler 
Selamlar..Sevgiler..Avni Odabasi-Karikatürist <
avniodabasi@hotmail.de >08 Haziran 2009 Pazartesi 04:29

Kaynaksız söylenenleri mutlaka bir başkası söylemiştir

KÖKSAL ÇİFTÇİ Sevgili Odabaşı;
Gönderdiğin iletiyi okudum.
Yazı Nesin'e ait ve başka bir konuyu işliyor.
Pek zeki insan değilim galiba;
Çünkü o yazıda Karikatür ve Espri adına bir şey göremedim.
Umarım gören vardır.
***
Kişiselleşmediği sürece tartışma beni mutlu ediyor.
Hemen herkes pırıltılı düşünceler üretiyor.
Ne var ki kimse kaynak kullanmıyor, o an aklına gelen en iyi fikri yazıyor.
Şu unutulmamalı: Kaynaksız söylenenleri mutlaka bir başkası söylemiştir.
Bundan emin olmanın tek yolu ise bilimsel veri okumaktır.
Bunların listesini verebilecek usta insanlar var ülkemizde,
Bu tür bir yönelmeyle onlara erişilebilir.
Ben ancak kendi okuduğum kaynakların birkaçını sıralayabilirim:
*Bergson / Gülme / MEB
*Freud / Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri / Payel
*Darwin / İnsanın Türeyişi / Onur (özellikle kitabın 3. bölümü)
*Aristotales / Poetika / Remzi
*Hasan Çiftçi / Hiciv ve Sosyal Eleştiri / Kültür Bakanlığı vd.
***
Unutmayalım ki çok eskiden 'ilk karikatür ne zaman çizildi?' sorusunu tartışmış,
bir sonuca ulaşamadan işin arkasını bırakmıştık.
Konuyla ilgili önüme hala yepyeni ve beni şaşırtan veriler çıkıyor.
Bir örneği ilişiteki görseldir.
Orada bir Antik Yunan vazosu ve ortasına işlenmiş desen var:
Aisopos (Ezop) bir tilkiyle sohbet ediyor.
İsadan Önca (MÖ) 470 yılında çizilmiş, Bu bir karikatür değil mi?
Kaynaksız tartıştığımız için didişmemizin şimdi boşa gittiğini görüyorum.
Boşu boşuna bir sürü kalp kırmış olmak da cabası...
Selamlarımla...Köksal Çiftçi <
koksalciftci@hotmail.com >08 Haziran 2009 Pazartesi 15:48

Kaynak Göstermek...

Sevgili Köksal,
Elbette yazi A.Nesin'e ait.
Yazinin altindada kaynak olarak A.Nesin'in resmi website adresini gösterdim. 
Yazida elbette karikatür yok. Ama yazıda espiri var..
Bir mizah yazarinin ogluna devredebildigi kadar mizah..Baba ogul arasinda göndermeler var yazida:))
Yazida benim hazirladigim ve icinde karikatürlerimin yeraldigi videodan sözediyor..
Yazisinda sözettigi video klibimi izlerseniz o zaman yaziyi daha farkli hissedersiniz sanirim..
Kaynak video:
http://tinypic.com/player.php?v=1zybyac&s=5  
http://www.facebook.com/home.php?#/video/video.php?v=56000369661&ref=mf 
Selamlar..Sevgiler..Avni Odabaşı <
avniodabasi@hotmail.de  >08 Haziran 2009 Pazartesi 18:21
Avni Odabasi-Karikatürist  
www.karikakultur.de  www.karikakultur.com 
Kaynak göstermek; 
"tez ya da makale yazan her insan evladinin kabusu." dur galiba:))
Kaynak:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=kaynak+g%C3%B6stermek&nr=y&pt=kaynak+gostermek 
KAYNAK GÖSTERMEK, BiLiMSELLiKTEN ZiYADE AKEDEMiK YANI DAHA AGIR BASAN BiR YAKLASIM SANIRIM.
Selamlar..Sevgiler..Avni Odabaşı <
avniodabasi@hotmail.de >08 Haziran 2009 Pazartesi 18:43

İki Çark Arasında Bir Papatya Karikatürü...

KÖKSAL ÇİFTÇİ Sevgili Odabaşı;
Bilgilendirmen için teşekkür ederim.
Videonu izledim ve iki çark arasında bir papatya karikatürünü gördüm.
Ne güzel bir buluş, çok beğendim. Ellerine sağlık...
Selamlar.Köksal Çiftçi<
koksalciftci@hotmail.com >08 Haziran 2009 Pazartesi 19:22

Karikatürün Sınırları ve Ne Olduğu...

Karikatür, mizahı en yüksek dozda kullanabilme sanatıdır. Bu amaçla abartmalara başvurur; gereksiz ayrıntılardan arınmış, yalın bir anlatım izler; insanları şok edecek, güldürecek, monoton yaşamlarının tek düzeliğinden uyandırabilecek şekilde onların dikkatlerini çekmeyi, duygularının boşalacağı tek bir noktada yoğunlaştırmaya çalışır. Öyle ki, espriyi fark ettiğiniz, onu çözümlediğiniz anda yüzünüze tokat yemiş gibi olursunuz. Karikatürdeki tüm öğeler bu amaca hizmet edecek şekilde zemin üstünde ustaca konumlandırılmalı; bunlar oluşan duygusal patlamayı en üst düzeye taşıyabilmelidir. Dahası bu yapılırken estetik, renk dağılımı vb kavramlar göz ardı edilmemelidir. 
Gelelim diğer görsel sanatlara. Örneğin, mizahı bir heykelle de yapmaya kalkışabilirsiniz. 
Başarabilirsiniz de. İsterseniz buna da karikatür diyin. Fakat bu vakit çizgiyle yapılan karikatüre ne ad vereceksiniz? Birine "kille yapılan karikatür", diğerine de "çizerek yapılan karikatür" adını mı takacaksınız? Ne gerek var? Hayatın kendisi bir mizah, bizler de onun heykelcikleri olduğumuza göre kendimize de mi karikatür diyelim? Fakat niçin durumu zorluyoruz? Bu tür tartışmalar bu günlerde çok yapılıyor. Karikatürün ne olduğunu saptamakta, onu sınıflandırmakta bu kadar ısrarcı olmamız, onun kalıcı olamayacağı yönündeki kaygımızın yarattığı kafa karışıklığından başka bir şey değil aslında. Teknolojinin sunduğu yeni imkanlar dolayısıyla artık karikatürün sınırlarını belirleyememekten, bu yüzden de onu yeterince koruyamamaktan, kaybetmekten mi endişe ediyoruz? Bunu konuşa konuşa aşacağız elbette. Öyleyse 
konuşalım: 
Karikatürün sınırları ve ne olduğu bellidir. Heykel örneğine dönersek, baktığınız açıya göre heykelin unsurları yer değiştirir ve sizin karikatür ile kağıt üzerinde vermek istediğiniz anlamlı dağılımı her zaman elde edemeyebilirsiniz. Dahası, "en komiği - en duygu yüklü olanı" yakalayacağınız açıyı ararken, gözünüz heykelin biçimine alışacak, artık o görsel ile mizahın anlık en çarpıcı bileşimini elde etmeniz mümkün olmayacaktır. O halde en mizah yüklü sahnenin yaratılması için tek bir açıdan bakılan tek bir görüntüye ihtiyacınız olacaktır. Heykeli yapıp, uygun açıyı saptayıp, çevredeki tüm öğeleri uygun yerlere yerleştirip fotoğrafını çekerseniz. Evet ona da karikatür diyebilirsiniz. Fakat eğer el ile ustaca çizilmiş güzel ve gerçek bir karikatürün yerini tutabiliyor, onun vereceği tatmini verebiliyorsa!.. Büyük olasılıkla veremeyecektir. 
Şimdi de resim sanatını ele alalım. Resim mizah içerebilir veya içermeyebilir. Ama bünyesindeki mizah dozu hiçbir zaman karikatür kadar güçlü olamaz. Çünkü burada amaç tüm öğelerin, resmedilen tüm unsurların ahenkli bileşimiyle hoş veya hoş olmayan duygular yaratmaktır. Resimde, resmedilen tüm öğelerin kullanılış biçimi, zemindeki yerleşkesi karikatürdekine benzemez. Fakat resimle karikatür arasında çok yakın bir bağ vardır ve güçlü bir karikatürle güçlü bir resim arasında sonsuz sayıda ara durum mümkün olabilir. Bu ikisini birbirinden usta gözler ayırır. 
Sanat güzel olandır. Bir sanat eseri bir diğeriyle ancak güzellik yönünden rekabet edebilir. O halde, bir sanat alanında bilgisayar teknolojisi dahil, en güzelini yaratmaya yarayacak tüm yollar, tüm araçlar meşrudur. Bir animasyon filmin “pause” tuşuna basılarak elde edilen en mizah yüklü sahnesine de karikatür adı verilebilir. Fakat bu sahne, bildiğimiz tipte el ile kağıda çizilmiş bir karikatür karşında gerçekten daha güzel değilse, kendisine yakıştırılan bu sıfatı bir çırpıda kaybeder. O halde ben şunu iddia ediyorum; “karikatür” olarak adlandırılabilme şerefini, en iyi olan ve bunu gerçekten hak eden eser kazansın. Bir heykelle bir karikatürü yan yana koyduğunuzda hangisi karikatürden beklenen vazifeyi en iyi gerçekleştiriyorsa varsın onun adı karikatür olsun. 
Şunu da ilave etmeliyim ki; günümüzde bilgisayar teknolojisinin gelişmesi karikatür sanatına değil, var olanı tıpa tıp taklit eden türden resim sanatına çokça gölge düşürmüştür. Bu nedenle resim sanatı da artık yeni nesil karikatüristler ve ressamlar tarafından karikatüre eklemlenmeye çalışılmaktadır. Şu an için hiçbir teknoloji iyi bir karikatürü, iyi bir karikatüristin katkısı olmaksızın kendi kendine yaratamaz. Çünkü makineler hissetmeyi bilmez ve duyguyu en etkili şekilde kağıda nasıl yansıtacağına karar veremez. ŞU AN İÇİN insan yaratıcılığı, makinelerden çok daha üstündür. Teknolojik gelişmenin karikatüre getirdiği tek yenilik; eski tip karikatüristleri ve (artık) RESSAMLARI modern karikatüristler olmaya davet etmesi ve karikatür çizerken karikatüriste yeni ve çok çeşitli teknolojik araçları kullanma mecburiyeti yüklemesidir. Bu tip araçlara ulaşmakta sıkıntısı olmayan yetenekli karikatüristler için, teknoloji külfet değil, kolaylık ve zenginliktir. 
Kısacası karikatür sanatı yok olmamaktadır. Aksine karikatür sanatı, sadece kendini yenileyemeyen, yeniliklere ayak uyduramayan eski tip karikatüristleri silip, çağdaş karikatüristler ortaya çıkarma dönemine girmiştir. artık karikatür, sanılanın aksine, her eline kalemi alıp bir şeyler çiziktiren, kendi kendisine “karikatürist” adı veren insanların alanı olmaktan çıkmış, kalifiye sanatçıların emek harcadığı daha çok özen isteyen bir sanat halini almıştır. Yüksek haberleşme ağı nedeniyle karikatüristlerin birbirini ve eserlerini tanıması olanaklı hale gelmiş, bu da en iyisini çizmek isteyen karikatüristleri, dünya karikatüristleriyle rekabet etmeye mecbur bırakmıştır. Karikatür elden gidiyor veya karikatür bitti diye paniğe kapılan kimseler, sadece çağa ayak uyduramayan ve rekabet etmekten korkan kimselerdir. Asıl kaygıları karikatürün geleceğine yönelik değil, kendi yetersizliklerine yöneliktir. Bu nedenle yarışmalardan tutun da jüri üyelerine kadar, yeniliğe adapte olunmalı, çağdaş karikatürün ve çağdaş karikatüristlerin önü açılmalıdır. Türkiye karikatüristleri dünya çapında isimlerini daha da çok duyurabilecek, ona yön verecek yetenektedir. Korkunun ecele faydası yoktur. 
İster eski tip usullerle çizsin, ister yeni yöntemler kullansın. Burada belirleyici olan güzelliktir. En güzel olan her bakımdan kazanır. Eğer karikatür ayakta kalacaksa, bu da onu daha da güzel şekliyle yaşatmakla mümkün olacaktır. 
Saygılar,sevgiler... Burak Ergin<
burakergin2006@yahoo.com.tr >08 Haziran 2009 Pazartesi 12:26

ana sayfa   

  home

ismailkar e-mail

KARCOMICS MAGAZINE Web Site Copyrighted 2000-2008© By Ismail Kar All right reserved.